Bu Blogda Ara

03 Nisan 2021

Büyüklerimizin Zekâsı

Mâlum-u âliniz şu başımızdaki gardiyanımız olan korona morona bakara makara yüzünden birçok büyüklerimiz eve hapsolmuşlardı ve hâlâ da belirli saatler dışında sokağa çıkmaları serbest değil, üstelik toplu taşıma araçlarına da binemiyorlar.
Ancak bizim kültürümüz büyüklerimizin sözlerini dinlemek üzerine kurulmuştur, her ne kadar biz gençler dünyanın hakimiysek de bir zamanlar büyüklerimiz de genç olduklarından dünyaya onlar hakimdi.
Yani hayat tecrübeleri bizlerden çok ama çok daha fazla.


Yapay zekâ da neymiş? Bir dostum yetmiş yaşında. Yasaklar sebebiyle sokağa çıkamadığından çok bunalmış. Bulduğu çareyi anlatıyor:
"Yahu ben yıllardır yürümeye alışmışım. Evde oturamıyorum. Patlayacağım. Sonuçta bir çıkar yol buldum. Bizim evin adresini yazdım cebime koydum. Şimdi ne zaman canım isterse çıkıyorum. Epeyce yürüyorum. Bir zaman sonra polisler çeviriyorlar, adımı soruyorlar. Bilmiyorum diyorum. Üstümü arayıp cebime koyduğum notu buluyorlar.
Notta: Dikkat Alzheimer Hastasıdır yazıyor ve altında da adresim. Zaten epey yorulmuşum. Polis arabasıyla eve dönüyorum."


Bu hikâyeyi okuyunca aklıma bir büyüğümüzün bankadaki yaşadıkları avdet eyledi.
Yine böyle korona morona bakara makara günlerinden birinde bankanın kapısında Heskodu'nu okutan ve içeri girmeğe hak kazanan bir büyüğümüz hesabından Binbeşyüz Türk Lirası çekmek üzere sırası geldiğinde vezneye yaklaşıyor ve tâlebini söylüyor veznedara.
Veznedar ise vatandaşın isteği için bankamatiğe gitmesi gerektiğini ve istediği miktarı ödeyemeyeceğini söylüyor.
Bizim ihtiyar cüzdanını uzatıyor, bakıyorlar ki Milyonluk zengin, bu sefer de hepsini çekmek istediğini söylüyor.
Veznedar ise bir gün önce haber vermesi gerektiğini ve banka şubesinde bu kadar nakit olmadığını söylüyor.
Vatandaş da ne kadar ödeyebileceklerini soruyor, veznedar da İkiyüzbin Türk Lirasıcık ödeyebileceklerini söylüyor.
Başlıyorlar paraları saymağa, onbeş dakika sonra parayı vatandaşın eline tutuşturuyorlar.
Ancak bizim akıllı büyüğümüz içinden ihtiyacı olan Binbeşyüz Türk Lirasını alarak kalan Yüzdoksansekizbinbeşyüz Türk Lirasını geri yatırmak istediğini söylüyor.
Veznedar ise bu tâlep üzerine bayılmış, ayıltamamışlar.


Kıssadan Hisse:
Büyüklerimizle dalga geçmeyin, onlar sınırlı sayıda üretildiler ve bir zamanlar gençtiler.
Sizler yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsunuz ama onlar gençliğin ne olduğunu çok iyi biliyorlar.

Benekli Akbaba

İşbu yazımda sizlere bir Akbaba çeşidinden bahsedeceğim, benekli olanlarından.
Dünya üzerinde çeşit çeşit kuşlar vardır, inceledikçe gördükçe araştırdıkça farklı farklı özellikleri çıkıyor meydana.
Yıllar önce Akbaba adında bir mizah dergisi vardı, geçen zaman zarfında kapandı ama sonraları Özgür Kız adıyla özdeşleşen Nil Karaibrahimgil öyle bir şarkı yaptı ki gerçekten insan ilişkilerine neşter vurmuştu:
"Sensiz nasılım bak bana, gel de bir çorba yap bana, madem öldürdün akbaba olmasın."
Akbabalar mâlumunuz ölülerle beslenirler, Allah-u Te'âlâ onların rızkını oradan sağlamıştır. İşbu mevzuat-ı umumiyede hikmetinden suâl olunmaz.


İmdı avdet eyleyelim konumuza, diğer akbabalar müsadenizle başka yerlerde avlansınlar artıkım.
Gyps Rueppelli şimdiye kadar kaydedilmiş en yüksekten uçabilen kuştur.
Yerden yaklaşık Onbirbinüçyüzelli metre yüksekliğe çıkabilir ve aynı zamanda baktığı geniş alanı tamamen inceleyip tarayabilir.


Bu yükseklik oksijen azlığı nedeniyle insanların kolayca çıkamadığı bir noktadır.
Bu irtifada helikopter uçamaz, Boeing 747 tipi yolcu uçağı ise Onüçbinbeşyüz, Airbus 380 tipi yolcu uçağı da Onüçbinyüz metrede uçabilmektedir ancak bu değerler sınırdır.
Anlayacağınız benekli akbabaların dolaşım sistemleri ve iç basınç düzenleme mekânizmaları oldukça gelişmiştir, kanındaki hemoglobin bu irtifada oksijen üretir ve herhangi bir sıkıntı yaşamazlar.

02 Nisan 2021

Kurbağalıdere

Kurbağalıdere adı aslında bir efsahanedir, dünya üzerinde Pasifik Okyanusunu hiçbir çaba sarf etmeden aşabilirsin ama İstanbul'da Kurbağalıdere'de yanlış bir adım sayesinde boğulabilirsin.
Günümüzdeki adıyla Ataşehir ama o zamanlar Küçük Bakkal Köy'den doğan ve dolana dolana İstanbul'un en uzun akarsularından olan Kurbağalıdere üzerinde birçok köprü geçen zaman içerisinde kuruldu, bu yazımda önce bugün mâlesef geride hiçbir izi kalmamış olan Taşköprü'den bahsedecek ben.


Paylaştığımız ilk fotoğraf köprünün Bindokuzyüzyirmili yıllarda çekilmiş nadir resm-i şeriflerden biridir.
Bir zamanlar Mahmut Baba Türbesi ile Papazın Bağı denen günümüzde Fenerbahçe Stadı'nın arkasına denk düşen noktada yer alıyordu.


İkinci resm-i şerif ise Alman kartpostal editörü Max Fruchtermann'ın arşivinde yer alan dönemin popüler kartpostallarından biri.
Daha da açıklayıcı olursak Cadde-i Bağdad'ın başlarında olan yerde, yani Tren yoluyla Saraçoğlu arasındaki arazide bulunuyordu.
Fotoğraflarda da görüldüğü gibi Kurbağalıdere o yıllarda bugünkü gibi bir kanal görünümünde değil, adı gibi bir dereymiş. Mezarlıkların bir dere yatağında yer alması da çok tuhaf zira yağmur yağdığında dere akıl almayacak kadar geniş alanlarda su baskınları yaratıyormuş. Sonradan bu mezarlıkların neredeyse tamamı buradan taşınmış ve birçok mezar da muhtemelen yok olmuş.


Nüfûsun bugün ile asla kıyaslanamayacağı yıllarda mezarlıkların Karacaahmet'ten tâ bu noktaya kadar uzanıyor olması da gerçekten şaşırtıcı bir bilgi.
Eski mezar taşlarının yabancılar tarafından yıllarca yağmalandığını da unutmamak lâzım.


Taşköprü'den daha aşağıda günümüzde de kullanılmakta olan Tahta Köprü vardır, ancak bir zamanlar gerçekten tahtadan yapılan köprü Özgün Tramvay geçirildiği zamanlar taş ve demir kullanılarak yeniden yapılmıştır.


Bu köprünün üzerinden Bindokuzyüzaltmışaltı yılına kadar Dört numara Bostancı ve Altı numara Fenerbahçe tramvayları geçerdi.
Ancak zamanın yönetimi Özgün Tramvaylarımızı İstanbul vilâyetine ve Anadolu Yakası'na çok görmüş olacak ki tıpkı Rumeli Yakasındakiler gibi kaldırdı, yerine de Dolmuş ve Otobüsü çoğalttı.


Kurbağalıdere sonraki dönemlerde ünlü Salı Pazarı'na da evsahipliği yapmıştır, her ne kadar arazisi artık otopark da olsa bir zamanlar çayırlık çimenlikti.
Ancak ne olursa olsun Kurbağalıdere aradan geçen zaman zarfında bir çamur deryası olmuştu, Bindokuzyüzseksenbeş Yılından beridir hangi Belediye geldiyse Kurbağalıdere'nin çamur ve koku sorununa çare bulamadı henüz, çünkü inşaat hâlâ devam ediyor.
Konuyu ilerleyen günlerde yeni resm-i şeriflerle yeniden gündeme getirecek ben.

Ergûvanlar

Yıllardan beridir mâlum-u âliniz Şehr-İstanbul'da Ergûvan renklerde İoaş otobüsleri çeşitli hatlarda sefer yapmaktalar, ancak yakın zaman zarfında hepsi birden sarartılacaklar.
Yine de konumuz bu değil tabi, Ergûvan adlı çiçekten bahsedecek ben.


İstanbul'un çeşitli çiçeklerin anavatanı olduğunu bilmem biliyor muydunuz?
En önemli çiçeklerinden biri renkleri İoaş otobüslerinde bile olan Ergûvanlardır, hele ki Şehr-İstanbul'a bu kadar yakışınca ve aylardan da Nisan-ı Şerif olunca özellikle Boğaziçi'de birkaç adet Ergûvan ağacı bulmalı ve görülmeli, elden geliyorsa da resm-i şerifi de çekilmeli.


İlkbaharın müjdecisi ve Şehr-İstanbul'un özgün rengi olan Ergûvanlar Boğaziçi'nin her iki yakasında zarif dallarıyla ve güzel çiçekleriyle nasıl dört yıl önce renklerini güzelleştirdiyse bu yıl da güzelleştirmeğe devam ediyor.


Hayatın içinde kaybolduk hepimiz. Oysa bir deniz kenarı bir ağaç gölgesi ve bir toprak kokusu yeter yeniden kendimizi hatırlamağa.
İki adet alıntıladığım resm-i şerifi sizlerle paylaştı ben, dilerim kendi resimlediğim birer kopyalarını da yüklerim ileride.

01 Nisan 2021

Boğaz Tarihinde Acaip Bir Geçiş

 Araba taşıyan ilk vaporun Boğaz'da yüzdürüldüğünü hepimiz tarafından mâlumdur. Adını bizzat Namık Kemâl'in koyduğu ve kolaylık anlamına gelen "Suhûlet" adlı Şirket-i Hayriye'nin 27 baca numaralı vaporu 1872 yılında dünya denizcilik tarihinin araba taşıyan ilk vaporu olmuştur.
Bir zaman sonra bir adet de 28 baca numarasıyla iki kıyıyı birleştiren anlamına gelen "Sâhilbend" adlı bir kardeşini inşa etmiştik. Bunlara rağmen İstanbul Boğazı'nda karşıdan karşıya vapursuz olarak denizden geçen bir araba da vardır.
Bu anlattığım Bir Nisan Şakası değildir.


Bindokuzyüzaltmışbeş yılının Temmuz ayında tişörtü ve şortu ile sürdüğü mavi arabanın direksiyonunu Yeniköy sahilinden Boğaz'a doğru kıran Yeşilçam'ımızın dört yapaklı yoncasından Hülya Koçyiğit görenlere hayretle karışık bir korku yaşattı. Arabanın sulara gömülmesini bekleyen hâlk arabanın arkasından bıraktığı köpüklere şaşkınlık içinde baka kaldı.
Fotoğraflarını Erol Dernek'in çektiği bu olay Yirmidört Temmuz tarihli Ses dergisine kapak olur. Dört tekerleği ve iki pervanesi olan "Amphicar Own" marka arabanın o yıllarda ülkemizde satış fiyatı Altmışbin Eski Türk Lirasıcık olsa da gemileri karadan yürütmekle övünen bir milletten fazlama ilgi görmemiştir.

Uluslararası Antlaşmalar

Uluslararası ekonomik işbirliklerinin çoğunun arkasında oldukça ince ayrıntılı antlaşmalar yatar.
Bu türlü antlaşmaların çoğunlukla destek alan ülkelerin yönetimlerince kendi toplumlarına pazarlanmalarında iç siyasette olabildiğince yüksek bir kazanç sağlamak amacı ile albenileri aşırı biçimde öne çıkartılırlar.
Uluslararası tüm antlaşmalarda her ülke kendi çıkarlarına yoğun önem verir ama öncelikle desteği veren ülkenin uzun dönemdeki çıkarları desteği alan ülkeninkine oranla o ülkenin toplumları açısından zor yenilir yutulur sınırların pek yakınlarında dönüp dolaşırlar.


Bu nedenle gerçek işlerin astarını işte o desteği alan ülke toplumlarının gözlerinden olabildiğince saklamak için antlaşmaların ayrıntıları çoğu kez devlet sırrı olarak gizli tutulurlar.
Demokrasilerin oturtturulamamış ülkelerinde bir sonraki yönetimi devir alanlar ise eskiden bir köşeye sokuşturulmuş işlerin ayrımına varsalar bile bu çıkmazları toplumun bilgisine sunmak yerine başımızdaki dünden kalan zaten karmaşık sorunlara ek bir zorluk yaratmayalım diye ses çıkarmazlar.

Çay Çarşısı

 Bu dünyada yaşayan herkes Çay adlı hemen her yerde bulunabilen ve olmazsa olmazımız içeceği İngilizlere mâl ederler, oysa Çay'ın anavatanı Türkiye Cümhûiiyeti'nin Rize vilâyeti olduğunu çok az kişi bilir.
İmdı sıra geldi dünyaca yanlış bilinen bir algıyı düzeltmeğe.
İnanmayacaksınız ama Rize'de dünyanın en büyük çay bardağı inşa edilmekte bu aralar.
Üstelik bugünün Bir Nisan olmasına bakmayın çünkü şaka falan yapmıyor ben. Yani desteksiz sallamayarak resm-i şeriflerle de süsleyecek yazımı ben.



Rize'de Çay Çarşısı projesi kapsamında otuz metre yüksekliğinde çay bardağı anıtı inşa ediliyor. Dünyanın en büyük çay bardağı olacağı belirtilen anıt için Guinness Rekorlar Kitabı'na başvurulacak.
Çarşıda ayrıca her çeşit çayın tadımının yapılacağı çay evleri, satış reyonları ile birlikte Rize bezi, bakır işlemeciliği, yöresel yemekler, taş değirmen, kemer köprü gibi kültürel öğelerin yanı sıra yedi katlı olarak inşa edilecek çay bardağı anıtının içerisinde çay müzesi, çayın topraktan bardağa serüvenini anlatan 13D çay sineması ve seyir terası yer alacak.



İnşaat aşamasında bile ilgi gören anıtı görmeye gelenler selfiye yaparak hatıra fotoğrafı çektiriyor. Bu arada dünyada sadece İran´da dokuz metre yüksekliğinde bir çay bardağı anıtının bulunduğu ifade edildi.
Rize Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Erdoğan, Çay Çarşısı projesinde daha şimdiden çay bardağı şeklindeki binanın dikkat çektiğini söyleyerek "Tamamlandığında dünyanın en büyük çay bardağı olacak. Yaklaşık otuz metre yüksekliğindeki yapı için Guinness Rekorlar Kitabı´na başvurumuzu yapacağız. Her şehir her ülke ürünleri ile beraber belli sembollerle ortaya çıkar. Biz bundan esinlendik. Öz değerimiz Türk çay kültürünün sembolü olan ince belli bardağımızı burada işlevsel bir duruma getirdik" dedi.

 
Çay Çarşısı Projesi ile Karadeniz Bölgesi'nin ekmek teknesi olan çaya turizm değeri katacaklarını belirterek "Turistler buraya geldiğinde Rize ile ilgili her şeyi görebilecekler. Rize çayından feretiko bezine atmacasından simidine kadar burada tanıtılacak. Rize´ye ait tüm ürünlerin de satışı yapılacak. Şu anda yüzde seksen seviyesini geçmiş durumdayız. Ağustos'un başında hizmete açmayı planlıyoruz. İnce belli bardağımızı burada işlevsel bir duruma getirdik. Bardağın içerisinde birinci katta çayın bütün aşamalarını yaşattıracak 13D sinema sistemi olacak. Kokusu ile tadıyla topraktan bardağa gelinceye kadar olan süreci yaşayarak görecekler. Çay Müzesi seyir terası olacak. Rize'yi anlatan kemer köprü, taş değirmen gibi öğelerle alan işlenecek. Altı tane kafeterya olacak, her biri o bölgenin çayını o bölgenin suyu ile demleyip ikram edecek. Rize'nin yöresel yemekleri ikram edilecek. Bu bölgede üretilen her çeşit çayın satışı yapılacak" diye konuştu.



Kent sakini Halilcan Ocak "İnce belli bardağımızın inşasını biz de ilgiyle izliyoruz. Otuz metre çay bardağı devasa bir şey. Yapım aşamasında bu kadar ilgi çektiyse bittiğinde çok daha dikkât çekecektir" dedi.
Mert Kaçar da "Çay Rize´nin sembolü, çay bardağı şeklindeki bu yapı Rize´nin simgesi olacak. Biz çaysız yaşayamayız. İnce belli çay bardağımızla dikkât çekerek çay içirmeye devam edeceğiz. Daha şimdiden sosyal medyada oldukça dikkât çekti. Bu devasa bardak Guinness Rekorlar Kitabı'na girer diye düşünüyorum" diye konuştu.
 

 Ben kendim Divriğiliyim ama Rize de benim memleketimde güzel bir vilâyetimiz olduğundan ve Türk'ün gücünü bütün dünyaya ispatladığı için bu anıttan çayı pek sevmememe rağmen gurur duydum.
İnşaat resimlerini paylaştığım yazımda inşallah gidip görmeği de çok isterim ve tabi ki güzel resm-i şeriflerini de çekip paylaşmağı da isterim.
Yine de eğer yolum Rize'ye düşerse o konudaki yazım Tatil Blogumda olacağını şimdiden söylemeliyim, ama buraya da birkaç resm-i şerifini kaydetmemek olmaz.


Tıpkı bir zamanlar Mehmet Akif Ersoy'un dediği gibi:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda.
Canı cananı varımı alsın da Hüda
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Evet belki İngilizin çayı vardır ve çok güzel pazarladıkları için ünlüdür ama İngilizler çayı kendi memleketlerinde yetiştirmezler. Genel olarak Çay üreticileri her konuda olduğu gibi Çin Hâlk Cümhûriyeti ilk sırada yer almakta, Hindistan Kenya Srilanka bizim üstümüzde, beşinci sırada biz varız, bizden sonra Vietnam Endonezya Japonya Arjantin İran Bangladeş Malavi ve Uganda sıralanmışlar, ancak bazı yıllar işbu sıralama değişebilmekte.
Geri kalan üretim ise diğer adları kaydedilmeyen ülkelere ait.
Biraz da Çay hakkında mâlumatfuruş ekleyeyim.
Bitki biliminde adı Camellia sinensis olarak çaygiller (Theaceae) familyasından olan nemli iklimlerde yetişen yaprak ve tomurcukları içecek maddesi üretmekte kullanılan bir tarım bitkisidir. Yeşilçay Siyah çay ve Oolong çayı farklı oksidasyon seviyelerinden geçirilerek üretilir. Diğer yandan Kukicha çayı yani sürgün çayı yapraklardan ziyade sürgün ve gövdeden elde edilir.
Asıl anavatanı Güney ve Güneydoğu Asya olmasına karşın dünya üzerinde tropikâl bölgelerde de yetiştirilmektedir. Tarım amaçlı yetiştirilenler iki metrenin altında küçük ağaç görünümünde herdem yeşil bitkilerdir. Serbest bırakıldığında dokuz metre boyunda bir ağaç formunu kazanır. Kuvvetli ana köke sahiptir.
İçen herkese afiyet olsun.

31 Mart 2021

Peçete Sorunsalı

 Son zamanlarda gittiğim çeşitli restorantlarda peçete konusunda artık çok cimri olmağa başladılar.
Eskiden envai çeşit peçete mevcutken imdı temiz olmamız gereken günlerde peçete bulamıyoruz.
Tamam girişte Heskodu sorgulanıyor, masalar birbirlerinden yeteri kadar uzaklaştırıldı, bağzı mekânlar masaların çevrelerine ayırıcı naylonlar da yerleştirdiler, ama peçetesiz olmuyor yani.


Asla ama asla tek bir restoranttan bahsetmiyor ben, genel olarak gördüğüm manzara böyle.
Kazara burnumuz aksa veya ağzımız kirlense ya da ellerimiz ıslansa nasıl temiz olabileceğimizi de bir türlü anlamıyor ben.
O girişlerde koduğunuz dezenfektan mıdır nedir hemen kurumuyor, hele de bu soğuk ve yağmurlu günlerde.
Herkes bilir ki Mart her zaman kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırır, ama birkaç saat sonra Mart-ı Şerif Ayı'nın hükmü kalmayacak.

Yorgunluk Kahvemsi Yummi

 Hey güzel dünya dön dur etrafımızda, hayatın gerçek kapısı hepimizin ortak noktası.
Mâlum-u âliniz bendeniz Kahve Dünyası'nın sadakât listesinde önemli bir yerde bulunmaktayım.
İşbu itibarla Şubat-ı Şerif Ayı içerisinde kazandığım rozetler sayesinde bugünkü Brownim beleşe gelmiş vaziyette.


Kahvemi de dökmüşüm masanın sallanması yüzünden ne güzel.
Oh afiyet şeker bal reçel lokum olsun bana Cnmcm, bir gün sizlerle de içmek kısmet olsun.

Mart'ı Yolluyoruz

 Evet sevgililer.
Kedilerin gelmesini iple çektikleri ve bazen gelmden de mercimeği fırına verdikleri içinde bulunduğumuz İkibinyirmibir yılına ait Mart-ı Şerif Ayı bir zaman sonra sona erecek.
Eskiden atalarımız Mart'ın kapıdan baktırdığını ve kazma ile kürek yaktırdığından bahsederlerdi.
Derken günümüze geldiğimizde Türkiye Cümhûriyetinden bir evde işbu sahne hakikât-i şerif vukua avdet eyledi.


Atalarımız asıl bir Türk'e bir şeyin imkânsız olduğunu söylememizi ve sonra da kenara çekilerek olanları izlememizi de söylemişlerdi bir zamanlar, yoksa bizler onaltı kez devlet yıkıp onyedi kez devleti nasıl tekrardan kurabilirdik?
Kaldı ki terlikle tank durduran Türk milletine korona morona bakara makara hiçbir hâlt yiyemez.
Tıpkı sobaya kazma kürek atmak ve saplarını yakmak gibi bir resm-i şerifi paylaşan her kimse teşekkür ediyor ben.

30 Mart 2021

Altın Kızlar

 Bugün boş boş laklaklarken nereden bilmiyor Facebok'ta ahanda işbu resm-i şerifi görünce haklarında iki kelâm etmek istedi ben.
Bir bakıma gençliğimizin vazgeçilmez dizilerinden, her ne kadar kültürlerimiz farklı bile olsalar yine de televizyon sayesinde bizlerden biri gibi olmuşlardı.


Vakt-i zamanında bu güzel ve eğlenceli dizide emeği geçen Dorothy rolünde Bea Arthur (13.5.1922 - 25.4.2009), Blanche rolünde Rue Mc Clanahan (21.2.1934 - 3.6.2010), Rose rolünde Betty White (17.1.1922 - ...) ve Dorothy'nin annesi Sophia rolünde Estelle Getty (25.7.1923 - 22.7.2008) hanımlara ve yönettiği için Terry Hughes'e ve de yazdıkları için Susan Harris ve Mitchell Hurwitz'e teşekkür ederim.


Dizinin konusu genel olarak bir durum komedisi şeklinde geçer, artık emeklilik dönemleri gelmiş üç kadının ve içlerinden birinin annesinin aynı evde yaşadıkları olaylar anlatılır.
Amerika'da bulunan ve anlamı da ulusal yayıncılık şirketi olan NBC'de Bindokuzyüzseksenbeş ilâ Bindokuzyüzdoksaniki yılları arasında yayınlanmıştır.


O zamanlar Türkiye Cümhûriyeti'nde de oldukça ilgi gören dizinin Türk uyarlaması yapılmaz mıydı?
Merak etmeyin yapıldı, İkibinsekiz yılında Hülya Koçyiğit Nevra Serezli Türkân Şoray ve Fatma Girik'in canlandırmasıyla bir heyecanla başlayan yeni dizinin ömrü ne yazık ki Şampiyonlar Ligi kadrosuna rağmen fazla uzun ömürlü olamamıştır.

28 Mart 2021

Eski Roma - Yeni Roma

 İşbu dünyada değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
İstanbul'da her şeyin değiştirildiğinden yakınıp duruyoruz, ama değişen ve günümüze ayak uydurmağa Roma'da da rastlanabilmekte olduğunu unutuveriyoruz.
Ben hayatım boyunca Roma'ya hiç gitmedim ama ileride bir gün Şengen Vizemi alıp da gidemeyeceğim anlamına gelmediği gibi bazı resm-i şerifleri paylaşamayacağıma da hükmedilemez.
Zaman değişiyorken hayat da değişiyor, hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor.
Ancak doğada hiçbir şey de kaybolmuyor, sadece şekilleri değişiyor.
İşbu yazımın mevzuat-ı umumiyesi Roma'da değişen bazı tarihi binaların ilk yapıldıkları dönem ile günümüzün karşılaştırması ile alâkalı.


Turumuza ilk olarak Jüpiter Capitolinus Tapınağı ile başlıyoruz. Gerçek adı Jüpiter Optimus Maximus Tapınağı, Capitoline Tepesi'nde bulunan Antik Roma'nın en önemli tapınağıydı. Çok sayıda türbe, sunak, heykel ve zafer kupasının sergilendiği bir bölge olan Capitolina Bölgesi ile çevriliydi.
Milâttan önce Beşyüzdokuz yılında yapılan tapınağın Etrüsk mimarisinin özelliklerini taşırdı.


İkinci durağımız Roma Forumu.
Roma'nın göbeğinde büyükçe bir meydan. Sadece bir zamanlar eski imparatorluğun önemli hükümet binalarının kalıntıları kalmıştır. Kentin en önemli ticaret merkezlerinden biriydi, halka açık konuşmaların yapıldığı ve birçok sanatçı ve mimarın ilham kaynağı olduğu bir yerdi.
Ticaret, iş, fahişelik, ibadet ve adaletin yönetimi burada gerçekleşmekteydi. Burası toplumsal ocağın olduğu yerdi. Kaldırım kalıntılarından anlaşılan çevresindeki tepelerden aşınan çökeltilerin forumun seviyesini Cümhûriyet'in erken zamanlarından itibaren yükseltmeğe başladığı görülmektedir. Asıl olarak bataklık bir zemin olan alan Tarquins tarafından Cloaca Maxima ile kurutulmuştur. Hâlâ görülebilen en son traverten kaldırımı Augustus'un yönetimi zamanından kalmadır.


Listemizin ikinci durağı dünyanın Colosseum adıyla bildiği Flavianus Amfitiyatro Arenası.
Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından Milâttan sonra Yetmişiki yılında yapımına başlandı ve sekiz yılda Titus döneminde tamamlandı. Daha sonraki değişiklikler Domitian hükümdarlığı zamanında yapılmıştır. İmparatorlar burada Roma halkını eğlendirmek için ve biraz da kendi eğlenceleri için gladyatör dövüşleri düzenlerdi. Bunlardan başka pek çok halk gösterileri, taklit deniz savaşları, hayvan avcılığı, infazlar, meşhur savaşların yeniden canlandırılması, klasik mitolojiye dayanan dramalar olurdu. Daha sonra barınma yeri, iş dükkânları, dini kışlalar, istiham, taş ocağı, Hristiyan türbesi olarak çeşitli amaçlarla da kullanıldı. Asıl adı Arena iken sonradan girişteki heykelin adını aldı.
7 Temmuz 2007 tarihinde Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri seçildi.
Günümüzde depremden dolayı harap vaziyette olmasına ve taşlarının çalınmasına rağmen Roma İmparatorluğu'nun uzun zamandan beri ikonik sembolü olarak görülür. Bugün modern Roma'nın en çok turist çeken yerlerinden biridir, ayrıca Roma Katolik Kilisesi ile çok yakın bağlantıya sahiptir. Paskalya öncesi Cuma günü Papa amfitiyatroda fener alayı düzenler.


Sıradaki durağımız Circus Maximus ya da Büyük Sirk olarak tercüme edebiliriz.
 Aventine ve Palatine tepeleri arasındaki vadiye inşa edilmiş olan yapının bulunduğu alandan başlangıçta Roma'nın Etrüsk'lü kralları tarafından halk oyunları ve eğlenceler için faydalanılmıştır.
Bir süre sonra Circus İkinci yüzyılda Yunan etkisiyle düzenlenen halk oyunlarının ve festivâllerin yapıldığı bir yer hâline geldi. Roma yurttaşlarının eğlenceye olan aşırı ve savurgan tâlebini karşılayabilmek için Circus Milâttan önce Elli yılında imparator Jül Sezar tarafından izlerden ölçüldüğü kadarıyla yaklaşık olarak Altıyüz metre uzunluğunda Seksen metre genişliğinde ve yine yaklaşık olarak İkiyüzellibin izleyiciyi alabilecek şekilde genişletildi.
Tabi bu arada Roma da İstanbul gibi tepeli bir şehir olduğu için Beleştepe'yi de saymadan edemeyiz ki bu dediğim de eklenirse çok daha fazla kişiyi içine çekebiliyordu.
Seksenbir yılında Senate imparator Titus'un onuruna yakın doğu ucuna üç gözlü bir zafer takı yaptırdı. (Palatinum'un karşı tarafındaki Via Sacra'da bulunan Titus Kemeri ile karıştırılmamalıdır)
İmparator Domitian Palatine tepesindeki yeni sarayının yarışları daha kolay izleyebilmek için Circus'la birleştirilmesini emretti. İmparator Trajan Beşbin yeni koltuk ekletti ve İmparator koltuğunu seyirciler tarafından görünürlüğünü arttırabilmek için büyütülmesini emretti.
 Circus'ta düzenlenen en önemli etkinlikler araba yarışlarıydı. Pist on iki arabayı alabilecek kapasitedeydi ve pistin iki tarafı spina olarak adlandırılan bir orta yükselti ile bölünmüştü. Spina kısmen diyagonal olarak yerleştirilmişti ve üzerinde değişik tanrıların heykelleri bulunuyordu. Hemen yanındaki bir Mısır obeliskinin üzerinde Augustus heykeli dikilmişti. Spinanın sonunda arabaların hızlı ve tehlikeli biçimde döndükleri döneme noktası olan meta vardı. Spinanın tepesinde bulunan döndürülebilinir metal yunusların aşağıya doğru çevirilmesiyle yarışın kaçıncı turunda olunduğu anlaşılabiliniyordu. Araba yarışları oldukça tehlikeliydi çünkü hemen her yarışta sık sık olan ve bir ya da birkaç sürücünün ölümüyle sonuçlanan müthiş kazalar meydana gelebiliyordu. Pistin bir tarafının başı tüm arabaların yarışa yan yana başlayabilmesine olanak sağlaması için diğer tarafa oranla daha geniş yapılmıştı. Bu yer sayesinde tüm araçlar ilk dönüş noktasına kadar aynı istikamette ve eşit uzaklıkta gidebiliyorlardı. Bu araba yarışları sırasında, başlangıç noktasında iyi bir yer kapabilmek için rüşvet vermek oldukça sık rastlanılan bir durumdu. Yarışın ortalama toplam uzunluğu yaklaşık olarak Altıbuçuk kilometredir.


Sıradaki durağımız Domitian Stadyumu.
Milâttan sonra Seksen yılında Roma imparatorlarına imparator Titus Flavius Domitianus'tan hediye olarak inşa edildi. Colosseum yanınca gladyatör savaşları buraya taşındı. Roma İmparatorluğu’nun gücü azaldıkça stadyum yoksullar için konut olarak kullanıldı ve sonunda inşaat malzemeleri için parçalandı. Günümüzde Piazza Navona eski stadyumun yerinde durmaktadır.


Gezmenin sonu yok, imdı geldik Satürn Tapınağı'na ki Milâttan önce Dörtyüzdoksanyedi yılında Tarquinius Superbus’un altına inşa edilen tapınak adından da anlaşılacağı gibi tanrı Satürn’e adanmıştı.
Yıllar boyunca birçok felâket yaşadı. Sonunda yeniden inşa edildi ancak eski ihtişamını tekrar kazanamadı.
Alınlığın üzerinde bir yazıt yer almaktadır:
"Roma Senatosu ve Roma Halkı ateş tarafından tüketilen tapınağı restore etmiştir."
....


Son olarak da paylaştığım resm-i şerifte Roma'nın genel bir görüntüsü havadan görünmekte, belki bir Alitalia belki bir Türk Hava Yolları belki de bir Pegasus Hava Yolları uçağından çekilme, belki de ilgisiz bir havayolu da olabilir ancak uçaktan çekildiği mâlumdur.


Bir de eğer yolunuz Roma'ya düşerse Trevi Çeşmesi'ne uğramadan ve küpünüze suyundan doldurmadan dönmeyin benden söylemesi.
Başıkta her ne kadar Yeni Roma kalıbını kullandıysam bile tarih Yeni Roma için İstanbul'u göstermesine rağmen işbu yazımda İstanbul'un konusu sadece küçük benzerliklerden ibarettir ki az önce okudunuz sanırım.

Guguk Kuşu

 Her kuş iyi olacak diye bir kural olmadığı için Guguk Kuşu'nun yaradılışı gereği sinsi bir kuş türüdür.
Gözüne kestirdiği yuvanın etrafında dolanır, saksağan olsun ispinoz olsun ötleğen olsun hiç fark etmez, yabancı türlerin yumurtlamasını ve kuluçkaya yatmasını bekler. İşini görmek için uygun zamanı kollar. Hedef aldığı yuva boş bırakıldığında anında gelir kaşla göz arasında bir yumurta yuvadan atar kendi yumurtasını onun yerine yerleştirir ve uçar gider.


Yuvanın sahibi geri döndüğünde kendi yumurtalarından birinin dışarı atıldığını ve yerine kendisinden olmayan yumurtanın konulduğunu fark etmez, kuluçkaya yatmağa devam eder.
Guguk yavrusu kendisini oraya koyan annesi kadar tehlikeli annesi kadar sinsidir, hangi yuvaya bırakılırsa bırakılsın kabuğunu öteki yumurtalardan en az bir gün önce kırar ve bir gün önce doğar.
Doğar doğmaz da uygun zamanı kollar, yuva boş bırakıldığında ittirir kaktırır öteki yumurtaları yuvadan dışarı atar.


Böylece yuvanın gerçek evlâtları imha edilir ve Guguk yavrusu kendisine ait olmayan yuvanın tek mirasçısı olur. Kandırdığı ve yuvasına yerleştiği ananın şefkâtini fedakârlığını besleme koruma kollama büyütme içgüdüsünü sömürmeğe başlar.
İhânetin farkında olmayan zavallı ana besler besler besler. Guguk yavrusu kendisini besleyen anadan daha kuvvetli hâle gelir.
Gün gelir artık işi bitmiştir ve yuvaya ihtiyacı kalmamıştır.
Ne yapar biliyor musunuz?
Yuvayı dağıtır ve öyle gider.

Horozlanmanın Dereceleri

 Bundan uzun uzun yıllar önce henüz maskeyle tanışmamışken ve sosyâl mesafe gibi sorunlarımızın mevcut olmadığı günlerde Pamukkâle'de araştırma yapmak için kamp kuran bir grup üniversite öğrencisi kamp yakınına tüneyen bir Denizli horozunun sabahın erken saatlerinde çok yüksek sesle ötmesinden oldukça rahatsız olmuşlar.
Sabahın köründe ortaya çıkan horoz önce dikleniyor sonra dakikalarca ötüyormuş.


Tabii takımda ne uyku ne de huzur bırakmıyormuş. Sonunda sabırlar tükenmiş, susturmak için başlamışlar horozu kovalamağa. Horoz önde gençler peşinde mahâlle arasına dalmışlar. Kovalamacayı gören fakat bir anlam veremeyen yaşlı dede seslenmiş:
"Hey evlâtlar! Bu zavallı horozu niye ürkütüyorsunuz?"
Gençler şikâyetlerini sıralamışlar hep bir ağızdan:
"Dede, sabahın köründe ötmeğe başlıyor, kampı ayağa kaldırıyor. Vakitsiz öten horozun başının kesilmesi gerektiği kanunu yüzünden başını keseceğiz."
"Yazıktır evlâdım yapmayın" demiş ihtiyar, "Bırakın ben onun sesini keserim, bir daha da rahatsız etmez sizi."
Gençler bunun üzerine kovalamağı bırakmışlar.


Ertesi sabah hafif gakguk sesleri dışında horozdan kayda değer hiçbir ses çıkmadığını görünce de şaşırıp dedeye koşmuşlar:
"Yahu dede, ne yaptın da bu horozun sesini kestin?"
İhtiyar gülmüş:
"Kıçına zeytinyağı sürdüm. Horoz kabararak ötmeye yeltendiğinde gerisi tutmuyor ki kuvvet alsın. Ancak gakguk edebiliyor."


Kıssadan hisse:
Arkan sağlamsa istediğin kadar kabarır diklenir sözünü dinletirsin ama arkan bir gevşemeye görsün ancak gakguk edersin.
Şaka maka ama Denizli Horozu da öttü müydü ortalığı gerçekten inletir. O kadar güçlüdür ki Denizli'de heykeli bile dikilmiştir.