Bu Blogda Ara

Sayfalar

13 Mart 2020

Marmaray Bir Yaşında

Aslında her ne kadar işlemeye başlayalı çok zaman olsa dâhi Gerçek Marmaray bu sabah Bir Yaşına bastı. Çünkü bizim Marmaray Procesi sadece Kazlıçeşme - Ayrılıkçeşme arasındaki Tüp Geçit değil Halkalı - Gebze Banliyö Treniydi. Buna ilâveten Gebze - Söğütlüçeşme ve Halkalı - Yedikule arasındaki Anahat Trenlerinin kullanacakları Üçüncü Raydı. Tabi bunlara sonradan Yedikule - İstanbul ve Söğütlüçeşme - Haydarpaşa bağlantıları aklın yolunun bir olduğu için eklendi, ancak Yedikule tarafı henüz atıl vaziyette kalmış durumda.
Ben de bir tren sevdalısı olarak Marmaray İşletmesinin birinci yaşını kutlama babında işbu yazıyı kâleme aldım.


Ancak bir yıldan beridir gerçek anlamda işlemekte olan Marmaray'ın eksiklerini belirtmeden geçemeyecek ben.
Ne de olsa Marmaray aslında eksikleriyle açıldı.


Bu eksikliklerin en önemlisi Tüp Geçitteki istasyonlarda ve açıkta olan Kazlıçeşme haricinde kalan istasyonların kapalı bekleme yerlerinin olmaması. Yazın bir şekilde Güneşin sıcaklıklarını tenteyle geçiştirebiliyoruz ama Kışın kar yağmur çamur altında ve rüzgâra karşı soğukta sığınabilecek yer bulunmamakta.
Tek sığınılacak yer turnikelerin olduğu bölüm ama arada bir kocaman merdiven var. Hem alt geçit hem de üst geçit olan istasyonların hepsinde hem de.


İstasyonların zeminleri sanki gerçekten fazla aceleye getirilmiş gibi, çünkü geçen bir yıl boyunca bütün istasyonların zeminlerindeki döşenen taşlar yerlerinden çıktılar çeşitli zamanlarda.
Tek koruyucu da çevrelerinde dikilen bantlar ki zeminin bozulduğunu ve basılmaması gerektiğini anlatmakta. Tabi bilen birileri için geçerli bu söylediklerim.


Marmaray'daki tellâliye düzeni ve ekranlar. Hâlâ istasyona gelecek olan trenin kaç dakikası kaldığını gösterebilmekten aciz.
Göstergelerde sadece Hat 1 ve Hat 2 yazıyor, son dönemlerde Halkalı ve Gebze yazıları eklendi.
Bazen de ek seferleri duyuruyor, kalan zamanlarda da Marmaray kurallarını yazmakta.
Ancak gelen trenin kaç dakika sonra istasyonda olacağını hâlen yazmıyor.


Ara İşletme tantanası. Seferler başladıktan bir ay kadar sonra beş vagondan oluşan kısa katarların Zeytinburnu - Söğütlüçeşme on vagondan oluşan uzun katarların Halkalı - Gebze arasında işlemeleri.
Her ne kadar bu doğru bir uygulama olsa bile ara işletmenin günün bütün zamanlarında olması bazen Gebze'den gelen trenin Söğütlüçeşme'ye ve Halkalı'dan gelen trenin Zeytinburnu'ya yaklaşırken beklemeleri seferi geciktiriyor.


Trenlerin işleme saatleri. Örneğin gece vakti tren yok, çünkü son seferler Halkalı'dan 21:56'da Gebze'den de 22:15'te hareket etmekte.
Tamam anlıyorum yol çok uzun ve trenlerin yolun bir başından öteki başına gitmesi iki saati buluyor ama sırf trene yetişeceğiz diye ziyaretlerimizi erkenden sonlandıralım mı?
Ramézân-ı Şerif Ayında son seferler Gebze'den 24:01'de ve Halkalı'dan 23:45'te kalktığı çok güzeldi, tıpkı eski günlerdeki gibi.


Kaldı ki Metro hafta sonları geceleri de sabaha kadar çalışıyor, Tren de geceleri belli saatlerde işlese fena mı olur?
İstanbul hepimizin bildiği gibi günün yirmidört saati yaşayan ve insanlarının ayakta olduğu bir şehir, öyle sadece gündüz vakti koşuşturan ve geceleri tuvaklar gibi erken yatma zamanları Bindokuzyüzdoksanlı yıllarda kaldı.
Artık her ne kadar kafa kâğıtlarımızın eskidiğini itiraf edemesek bile İkibinyirmili yıllardayız ve Gece Treni istemek hakkımız.
Tıpkı bir gece sabahın ilk saatlerine kadar işletildiği günkü olduğu gibi.


Marmaray'ın yan koltukları. Hade tenha olduğu zaman neyse bir şekilde idare eder de kalabalık zamanlarda resmen oturanlar karşılarında dikilen insanların göbek manzaralarını seyretmekten en azından benim içime fenalık gelmekte.


Aslında en güzel çözümü geçenlerde birisi buldu, ayaklarını kanepe boyunca uzatmış kendisi de pencereden dışarı bakıyor.
Aynısını ben de yaptım, aynı trende aynı şekilde. Ama sabah Güneş doğmadığı cihetle dışarının manzarasını temaşa etmek kısmet olmadı.


Trenlere zarar verenler, daha doğrusu trenin üstlerine resim çizip sanat yaptıklarını iddia edenler.
Tcdd'nin işbu mevzuat-ı rezilliye hakkında yaptırım gücü olmasa bile bunları yapan her kimse benim gözümde dağda devletimin askerine polisine kurşun sıkan teröristlerle eşit bir konumdadır.
Kamu malına zarar vermek çok ama çok büyük bir suçtur.
Tcdd geçenlerde bu boyaların temizlenmesi için ihâle açtı ama sonucu şimdilik belli değil.


Tüm bu aksaklıkların ve eksikliklerin haricinde Marmaray'ın iyi yanları yok mu?
Elbette var, hâttâ müspet etkileri menfi etkilerden çok ama çok daha fazla.
Bir defa en azından Halkalı'dan bindiğimiz bir Marmaray treninde iki saatçiklik bir yolculuktan sonra Gebze'ye erişebiliyoruz. Marmaray yokken iki saat içerisinde yolun üçte biri bile olmayan Eminönü'ye BN1 hat numaralı otobüslerle erişemiyorduk bile.


Ya da Gebze'den Kadıköy'e gelmemiz 17B ve 17 otobüsleriyle üç saati bulabiliyordu. Tuzla'dan Kadıköy'e 130A hattında saatlerimiz geçiyordu, Kaynarca'dan 16D hattında keza çok zamanlar kaybetmiştik.


Marmaray yokken minibüsçüler acaip paralar kazandılar, minibüslerde oturacak yer yoktu. Gerçi Allah-u Te'âlâ yokluklarını göstermesin çünkü Marmaray'ın çalışmadığı gece saatlerinde hâlâ iş yapıyor ama göz var izan var.
Örneğin bir tanesinin sağı solu dökülmüş ve ön lâstiği de inik.


Marmaray'ın baştan beri Söğütlüçeşme ile Zeytinburnu işleyen seferlerin bir tarafı Maltepe'ye uzadı, başka bir deyişle Ara İşletmesi artık Maltepe ile Zeytinburnu arası işlemeye başladı.
Artan yolcu hacmi nasıl olacak, trenlerin sevk ve idaresini becerebilecekler mi şimdilik ben de bilmiyorum?
Ancak bildiğim bir şey varsa eğer Marmaray günün yirmidört saati de çalışsa bu saatlerin hepsinde yolcuyu mutlaka bulacağıdır, çünkü Halkalı'dan Gebze'ye iki saat sürüyor.
Sonuç olarak: Doğum Günün Kutlu Olsun.

09 Mart 2020

Poroftan İnciler

Her şey aslında Gök Tanrı Tengri'nin izniyle insanların ebelerini bile bulabileceğini iddia ettiği Facebok yüzünden başlamıştı.
Bundan yıllar önce İstanbul Üniversitesinden mezun olan birkaç yetişkin sınıf arkadaşları Facebok sayesinde birbirlerini bulmuşlar ve öğretmenlerini ziyaret etmeye karar vermişler.


Tabi evde toplandıktan ve aradan bunca yıl geçmişken hepsinin çeneleri açılmış, başlamışlar koyu bir sohbetlere.
Biri işinden memnun değildir, diğeri kocasından. Biri bir otomobili yıllardan beridir istemektedir, bir diğerinin kayınpederi hastadır, biri yorgundur, biri mutsuzdur, biri işini değiştirmek ister, bir diğeri evinin yetmediğini, bir başkası da arabasının artık eskidiğini dert etmiş.
Bir tanesi de çocuğunun o yıl okula başlayacağından dem vurmuş ama hangi okula göndereceğine karar veremiyor, devlet okulu olsa ucuz mâliyet ama kapıcı çocukları da okuyor, kolece gönderse annesinin nikâhı kadar para istiyor.


Bizim profesör öğrencilerinin bütün yakınmalarnı sabırla dinlemiş ama o ana kadar hiç ses etmemiş.
"Ben iyisi mi birer kahve hazırlayayım sizlere."
Mutfağa gitmiş ve kocaman bir cezveyle kahveleri pişirmiş, tepsiye de her biri birbirinden farklı fincanları dizmiş. Öyle ki birinin sapı kırık, diğerinin tabağında çatlak, biri desenli, biri düz beyaz, biri Luiz Vuitton, biri Starbucks, biri Çakra, biri Tilbe, biri düz yeşil, biri sarı lâcivert, biri kırmızı sarı, biri diğerlerine göre büyük, bir başkası biraz küçük falan filân feşmekân, kısacası sözü ve cümleyi uzatmayalım hiçbiri diğerine benzemiyor.
Derken salona geri döner ve hem kocaman cezveyi hem de tepsiyi ve fincanları öğrencilerin önüne koyar ve herkesten birer fincan seçmelerini ve kahvelerini doldurmalarını ister.


Tabi her zaman her işte olduğu gibi fincanlarda da önce en güzeller seçilir, sonra kalanlar kulpsuz veya çatlak olanlardır.
Derken herkes kahvelerini doldurmuştur ve içmeye başlamıştır bile.
"Oh ne güzel, mis gibi, buna hepimizin gerçekten çok ihtiyacı varmış." Tarzı cümleler dökülmüş öğrencilerin ağızlarından.


Profesör ise hepsine gülümseyerek bakmış, bir de güzel gözlerini süzmüş ve konuşmaya başlamış:
"Ah benim toy canlarım:
Tepsiyi içeriye ilk getirdiğimde hiç düşünmeden en güzel fincanı seçmek için hepiniz aynı anda ellerinizi uzattınız, tıpkı hayat gibi.
Biz her şeyin en güzelini en düzgününü istesek bile bazen bizim dışımızda gelişen olaylar yüzünden bize kalanlar ya eksik parçalı ya da daha durgun olabiliyor.
Görüyorum ki şimdi hepinizin elinde çok farklı fincanlar var, birinin kenarı kırık, biri çatlak, biri diğerlerinden küçük, bir çok sade, biri çok şatafatlı.
İlk yöneldiğiniz görüntüsü itibariyle istediğiniz fincan. Ama sonra size kalan neyse siz o fincanla da yetindiniz.
Koskoca cezveden elinizdeki birbirinden çok farklı fincanlara hepiniz birden aynı mis kokulu kahvemi doldurdunuz, kahveyi yudumlayınca elinizdeki fincanı unuttunuz ve hepiniz derin bir oh çektiniz.
İşte çocuklar hayat da böyledir. Geliş tarzı kullanım şekli görüntüsü farklı olsa bile hepimizin hayatı aynen içtiğiniz bu kahve gibi hep aynı güzellikte.
Lütfen hayatı kahvenizi yudumlar gibi derin bir oh çekerek ve her anından keyif almayı bilerek yaşamaya çalışın. Size nasıl sunulduğuna bakmadan."


Bu kıssadan hisse ne anlatıyor dersek:
Hayat sadece bilgisayar veya telefon değildir, sadece iş değildir, sadece okul değildir, sadece evlilik değildir, sadece aklınıza gelenler de değildir, daha doğrusu tek başına değildir.
Hayatta en önemli şeylerden biri yaşanılan anın tadını çıkartabilmektir, çünkü yaşanılan o an bir daha geri gelmeyecektir. Tıpkı geçmişin mutlu günleri gibi.

08 Mart 2020

Kadınlık

Yolda yürürken gülse dert, evinde oturup ağlasa dert.
Saçını kapatsa bir dert, açsa apayrı bir dert.
Çocuğu olmasa bir dert, karnı burnundayken sokağa çıksa başka bir dert.
Korunursa sıkıntı, çocuğunu aldırsa üzüntüyle karışık başka bir dert.
Şort giyse bir sorun, pantolon giyse başka dert, etek giyse eteğinin boyu bambaşka dert.
Evde kalsa kendine dert, evden çıksa başkalarına dert.
Çalışsa ictimai dert, çalışmasa iktisadi dert.
Eve para getirse dert, getirmese tıkırında olan ekomoniye dert.
Lâfa geldi mi anne bacı kızkardeş abla, yolda yalnız yürürken bir erkeğe müstakbel manita.
İşimize geldi mi ayaklarının altı cennet, gelmedi miydi Adem Babamızı yoldan çıkartan şehvet.


Savaşta ganimet, barışta esaret.
Tarlada ekici, evde hizmetçi.
Bizi etinden çıkartır, memesinden emzirir. Büyütürken dişinden arttırır, gözünden sakınır.
Kim demiş dokuz ay diye? Kadın çocuğunu bir ömür boyu bağrında taşır.
Anne olsa çocuğunun yolunu gözler, eş olsa kocasının uyumasını bekler.
Kadındır bu, eksik olmamalı sırtından sopası karnından sıpası.
Hâddi midir sanki elinin hamuruyla erkek işine karışması?
Saçı uzadıkça kısalıverir zaten aklı.
Kadın öyle bir şeydir ki çocukluktan başlamalı terbiyesi, eğer zamanında dövmezsen kızını sonradan döversin dizini.


Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü.
Bence siz de sokağa çıkıp kadınlarımıza günlük göstermelik karanfil falan dağıtmayın, lâflarınızı da süsleyip hiç kimsenin gözlerini boyamayın.
Yılda bir gün kibarlık gösterip kadın gibi davranacağınıza bir zahmet yılın geri kalan Üçyüzaltmışdört günü insan gibi davranın.
Emin olun kadınlarımıza erkeklerin insan gibi muamelesi yeter de artar.

Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Bugün aslında çiçek böcekle kutlanacak ve ıvır zıvır hediye edilecek bir gün değil.
Kadınlar günü kapitâlist düzende kadınların bir numaralı istismarcısı olan markaların alışveriş çılgınlığına insanları kaptırarak bindirmeden sonra göz boyamak için yaptığı indirimlerle kutlanan bir gün de değildir.
Aslında tam da burada zurna zırtlamaya başlar, çünkü o dönemde de dünyaya hâkim olan kapitâlist düzene başkaldırı günüdür.
Ancak o zamanlardan beri yine ay ı kapitâlist düzen bu acıyı bile unutturarak günün emek kısmını atıp sadece kadınların kutladığı ve erkeklerin kendilerine çiçek böcek pırlanta ayakkabı hediyeler aldığı bir kutlama gününe çevirmiştir.


Bugün kendi haklarını almak için direnirlerken şehitlik mertebesine erişen kadınları anma günüdür.
Ayrıca kadınlar melek de değildirler, çünkü melekler hâmile kalmazlar.
Kadınlar bizleri dünyaya getirirler, beslerler büyütürler adam ederler, sonra da başka bir kadına emanet ederler, aslında kadınlar olmazlarsa erkekler tek başlarına bir hiçtirler.
Çünkü erkek tek başına neslini devam ettiremez, neden derseniz erkekler de melekler gibi hâmile kalamazlar.


Gerçekte kadın da erkek de dünyaya Gök Tanrı Tengri tarafından ruh eşitliği olarak yollanmıştır, iki cins arasındaki tek fark bedenseldir.
Hani vakt-i zamanında evli bir çift tartışırlarken koca bir anda sesini yükseltir:
"Erkeğin önemi şundan belli ki Allah erkeği kadından önce yaratmıştır."
Karısı da altta kalmaz:
"Bir sanat eseri yaratmak için önce bir taslak ortaya çıkartmak gerektiğini sen bilmiyor musun?"


Ancak dünyamız kadınlarına hiç de adil davranmıyor.
Geçtiğimiz yıl yine bundan önceki yıllarda olduğu gibi kadınları eksik etek veya saçı uzun aklı kısa gibi hurafeler sayesinde yine ikinci sınıf vatandaş olarak gördü.
Gerçi istisnalar kaideleri bozmaz, belki bazı ülkelerde kadınların ön plânda olduğu sahalar vardır ama bu ülkeler bizlere çok ama çok uzak.
Yine de henüz çok geç kalmadık, kadınlarımıza çiçek böcek gibi sıfatlar yükleyeceğimize insan gibi muamele edelim, bakın o zaman dünya daha güzelleşecek.