Bu Blogda Ara

17 Ekim 2019

İstikbâl

İstikbâl ne olursa olsun bugün yemek yiyebilirsen, güneş ışınlarından zevk alabilirsen, arkadaşlarınla neşelenebilirsen memnun ol ve Allah-u Te'âlâ'ya şükret.
Mazinin veya istikbâlin saadeti seni düşündürmesin.
Yalnız bugününden emin olabileceğini hatırından çıkartma.

Happy Börthdey To Me

İşbu yazıyı yazmak aslında benim için hiç ama hiç kolay değil.
Çünkü kafa kâğıdım eskimeye başladı demektir.
Aslında her geçen saniye eskiyor ama özellikle bugün geldiğinde eskimiş kafa kâğıdı yüzüme okkalı bir Osmanlı İmparatorluğu Tokadı gibi vuruyor beni.
Gençlik günlerimi geride bırakıp orta yaş günleri daha da yaklaşıyor, üstelik ölüm de yaklaşıyor.
Evet belki hiçbirimiz yaşadığımız Dünyadan sağ olarak kurtulacak değiliz ama ölüm her ne kadar Allah-u Te'âlâ'nın emri olsa bile keşke ayrılmak olmasaydı.


Bugün ben bir Doğum Günü Çocuğu'yum. Biraz şımarmayı hakkım olduğunu düşünüyor ben. Bütün yıl ağladım, biraz gülmeyeyim mi? Birileri parayla saadetin olmadığını söylüyorlar ama bunu diyenler ikisini de tanımıyorlar demektir.


Dünyanın hamuru zaten Paçavradan ibarettir. Paçavradan kâğıt yapılır, Kâğıttan para, Paradan banka olur, Bankalar borç verir, Borç beni sefâlete sürükler, Sefil olursam da Paçavralar giyerim.
Tanıdık biri kendisinden borç isteyebileceğimiz kadar tanıdığımız ama borcumuzu vermeyeceğimiz kadar tanımadığımız biridir.


Nasıl olsa bu yıl da Börthdey Kutlamama hiç kimse gelmeyeceği cihetle davet bile etmediğim için hiçbiriniz kusuruma bakmayın sakın. Kötü günlerinizde benden tavsiye almak dışında beni aramak zahmetinde bile bulunmadığınız birini mutlu olması gereken günde neden arayasınız ki?
Kısaca iyi ki doğdum iyi ki varım iyi ki hayatınızdayım, ama size karşı hiçbir şey hissetmiyorum.

16 Ekim 2019

Sıpadan Eşşek Olma Tayöm

Niyet etti ben Gusül Abdesti almaya ve Cenabetlikten kurtulmaya.
Hazır birkaç saat sonra Börthdeyim de geliyor, hazır geliyorken beni de biraz temizlesin diyerek neredeyse beş kocaman yıldan beri resmen devamlı müşterisi olduğum Bahçelievler Spa Sauna'ya hem aklanmak temizlenmek paklanmak hem de tartılmak için azimet eyledi ben.
Tabi ilk durağım hemen hamamın terazisi oldu, hiçbir yorum yazmadan ağırlığımın neticesini aşağıdaki resm-i şerifte paylaşıyor ben.


Burada görmüş olduğunuz değerlere en son yirmiikibuçuk yıl önce askerlikteki acemi birliğinden usta birliğine gönderildiğim dağıtım izni zamanları ulaştığımı ve o günden bugüne kadar daima doksan kilonun üzerinde olduğumu bilmem yüzümden ve sözlerimden belli mi gülerken çok mu işveli?
Benim içimde kimler bilir kimlerin ne gibi sırları ve düşünceleri gizli? Ama ne yapsam yapayım bir türlü saklayamam ben sevgimi.
Neyse ben imdı bir Sıpadan Eşşek olayım, siz bana yarın semer vurursunuz nasıl olsa.


Bu kadar sıçak hamam teri ve üzerine de yüzme sonrası insanın karnı da acıkıveriyor tabi, karnı acıkıverince insan hemen bir şeyler yummilenmek ister.
Benim bu akşamki yummim ise Kaşarlı bir Menemen, ama bu Menemen bizim İzmir'in ilçesi olan İlçe-i Menemen değil tabi, yumurta ile yapılan Menemen Yummi.
Aklıma da gelmişken siz de eğer adam gibi yıkanmak ve kafanızı dağıtmak istiyorsanız yolunuzu Bahçelievler Spa Sauna'ya düşürmeye bakın, pişman olmazsınız.
Hemen yanında İnek Bankası mevcut.
Bahçelievler Sıpa Sauna İzzettin Çalışlar Caddesi'nde, İzzettin Çalışlar Caddesi İlçe-i Bakırköy'de, İlçe-i Bakırköy İstanbul'da, İstanbul da Türkiye'de.

15 Ekim 2019

Tulum Modelli Gelinlikler

Korkmayın şimdilik evlenmiyor ben.
Ancak dün akşam Pinterest'te dolanırken moda konusunda bir değişik nesne-i şerif bulunca sizlerle de paylaşayım dedim. Belki yeni bir çığır açılır önümde.


Buradan kilometrelerce uzakta olan İtalya'nın Milan'da bulunan Vittorio Emanuele Alışveriş Merkezinde Berta Modaevi yeni model bir gelinlik tasarlamış.
Günümüze dek alışılagelen gelinliklerden farklı olarak bildiğimiz tulumun üzerine iki kuyruk ekleyerek elbiseyi gelinliğe çevirmiş.
İkibinyirmi yılının yeni Gelinlik modası huzurlarınızda efenim.


Bu da İngiliz gelinlikçi Ronald Joyce'nin Lea Modeli. Yine Berta gibi pantolonlu bir gelinlik üretmiş.
Tören esnasında başa eklenecek olan bir duvakla çok güzel bir kompozisyon çıkaracaktır.


Bu da Lady Tais'in ortaya çıkardığı bir gelinlik.
Hem pantolonlu hem de çok fazla fırfırlı olmadığı için taşıyan şahısta rahatsızlık hissettirmeyecektir.


Bu da Rus Vasilikov Modaevi'nin ürettiği bir model. Diğerlerine nazaran uzun olan kuyruğu yerleri süpürecektir.


Bu da yine İtalyan Diantamo'nun modeli.
Geleneksel gelinliklere benziyor dışarıdan ama iç kısım pantolonlu, ancak paçaları birazcık geniş olsaymış daha güzel olacakmış gibime geliyor.
Siz ne dersiniz? Çünkü giyecek olan sizlersiniz.


Tabi burada birkaç modelini paylaştığım tarzda bir gelinliğin altına ancak Konverse tarzı bir ayakkabı giyilir.
Ben kendim evlenmiyorum, üstelik evlensem bu tarz bir kıyafetim olamaz çünkü kadın değil ben.
Ancak bu yazımda bir öneri sağlamış olmayı diliyorum sizlere.
Yeri gelmişken bir konuyu daha açıklığa kavuşturayım ki gelini nikâh merasiminden önce gelinlikle damadın görmesi o evliliğe uğursuzluk getirir. Bunu da hatırlatmak isterim.

Erkenciler İş Başında

Saat şu anda sabahın Altıbıçuğu gibi, hâttâ biraz geçmiş.
Sarı Ekin Simit Sarayı tıklım tıklım dolu, çalışanlar simitleri yetiştiremiyorlar.
Masalara iliştirilmiş sandalyelerin hiçbirisinde boş yer yok.
Demek ki hâlk artık işe erken gitmeye başladı. E kolay değil sabah sekizde iş başında bulunmaları gerekmekte, üstelik hava henüz aydınlanmadı bile.
Millet artık çok çalışıyor ama çalıştığının karşılığını adam gibi alamıyor, daha doğrusu aldıkları maaşlarını neredeyse olduğu gibi giderlerine harcamak zorundalar.
Çok şükür artık herkes işine erken gidiyor.
Hayat artık çok ama çok zorlaştı.
Eskiden daha doğrusu altı yıl önce dokuz yetiyordu ama imdı daha çok para kazanmak için sekiz dendi miydi dükkânda bulunmak gerek.
Çarşılıların gözleri Aydın kulakları Manisa yanakları Denizli burunları da İzmir. Sevinin çünkü çıraklarınız yedibuçukta kalfalarınız sekizde dükkâna gelmeye başladılar.
E artıkım Kapalıçarşı kapıları da bir zahmet yedibuçukta açılıversin söyleyin görevlilere.

14 Ekim 2019

Bağışıklık Sistemi Nasıl Güçlenir?

Havalar sakat gitmeye başladılar.
Her ne kadar İstanbul'da gökyüzü Güneşliyse bile bu Güneş aslında Kanlı Güneş.
Kanlı Güneş'in anlamını Blogumu okuyan sadık okuyucularım bilirler ama bugün bilmeyenlere acıdım ve anlamını açıklamak istedi ben.
Kanlı Güneş'in anlamı Gökyüzünde görülmesine rağmen ancak kendini ısıtabilen ama havayı bir türlü ısıtamayan Güneş demektir.
Hani sevgili Yıldız Tilbe'nin yazdığı bir "Kış Güneşi" şarkısı var ya işte onun gibi düşünün.
Ancak şimdiki Güneş'in kanlanması asla Pastırma Yazı gibi değildir, kuru bir serinlik sağlar.
Pastırma Yazı ise resmen Yazdan borç alınmış günlerdir, Yaz mevsiminde patlayan fırtınalar ve yağmurlarla Kış aldığı işbu borcunu taksit taksit öder.


Resm-i şerifimizde de kıraat eyleyebileceğiniz gibi Fındık Badem Ceviz gibi kuruyemişleri yummilenmek O-Mega-Üç gibi Çinko gibi Magnezyum gibi vitâmin ve minerâlleri vücudumuza sağlamakta.
Üstelik böyle kuruyemişlerle biz de gıdalı olarak besleniyoruz.
Sincapları bilirsiniz, Yazın harıl harıl kuruyemiş toplarlar ki Kışın hastalanmadan sağlıkla geçirip ertesi Yazın tekrar hayatta bulunabilmek için.
Her ne kadar fazla kuruyemiş karaciğerleri yorsa dâhi aslında oldukça faideli bir besindir, ama her şeyde olduğu gibi azı karardır çoğu zarardır.

Haftanın Üç Saati Şikâyetle Geçiyor

Yaşamak için para kazanmaya, para kazanmak için de çalışmaya ihtiyacımız olduğu su götürmez bir hâkikattir.
Dünyanın neresinde olursak olalım işbu hakikât-i şerif değişmez, çünkü Dünyada herkes bir ekmek peşinde, ekmek almak için de paranın peşinde koşar.
Ancak yine de Dünya üzerinde iki türlü çalışan insan var, kimi patronluk yaparak işçiye yaslanır, kimi de patronuna bir dolar daha kazandırır. Şu var ki patronuna bir dolar daha kazandıran kolay kolay kendisi zengin olamaz. Çünkü sabahın köründe işe gelir ve akşamın kör saatlerine kadar çalışmaktan başka bir şey düşünmez. Özellikle Kapalıçarşı ve çevresindeki hanlarda vaziyet-i umumiye böyledir, günde onbir saat çalışılır, ellerinden gelse Pazar günleri de çalıştıracaklar şerefsizler. Ama konu haftalıklar oldu muydu yan çizmekten geri kalmazlar.
Neyse konu bakın nerelere geliyor ben çıkayım buradan da yazımın konusuna döneyim, çünkü benim için işbu mevzuat-ı umumiye yıllar yıllar önceydi.
Efenim imdı geçenlerde yine bizim kadar çok çalışmasa bile akıllı olarak çalışan İngiliz bilim adamları boş duranı Allah-u Te'âlâ'nın sevmediğini milyonlarca kez kanıtlarcasına yaptıkları araştırmada çalışma hayatlarındaki olumsuzlukların çalışanların hayatlarından çaldığı süreyi hesaplamışlar.


Çalışanlar ortalama olarak haftada üçer saatlerini işyerlerinden şikâyet ederek geçiriyorlar.
Bu şikâyetlerinin otuzbir dakikası patronlarından yakınmakla geçiyor.
İşbu mevzuat-ı şikâyet gerekçelerini de sıralamışlar bizim olmayan İngiliz bilim adamları:
Orantısız çalışmak ve ortaya çıkarılan işin takdir edilmemesi. Yani biri işinin üzerinde çok çalışıp kafasını yoruyor diğeri patronluk taslayıp diğer çalışanın işinin üzerine konuyor kendi yapmış gibi.
Zamanında kontrol edilmeyen elektronik mektuplar. Artık işlerin emirleri de emir tekrarları da bitirildikten sonraki raporlar da elektronik mektupla bildiriliyor, çünkü çağdaşlık bunu gerektirmekte.
Ve elbette ki son dakikaya bırakılan bazı işler, tam iş sonunda paydos edilecekken piyangodan gelen diğer işler emin olun günlük işlerden daha az değil.
Evet çalışmak güzeldir, para kazanmak çalışmaktan da güzeldir, işleyen demir ışıldayıp pas tutmaz ama ben günde on saat çalışarak on lira kazanmaktaysam başkası da on saat çalışarak on lira kazanmalı, eğer o başkası üç saat çalışıp yirmi lira kazanıyorsa bu işte bir adaletsizlik mevcut demektir. Bu da böyle biline.

Tek Ayak Üzerinde Durun

Bir zamanlar okulda öğrenciyken hepimizin başından mutlaka tek ayak üzerinde durma cezası verilmiştir öğretmenlerimiz tarafından.
Hepimiz de böyle cezaya isyân etmişizdir değil mi?
Oysa yıllar sonra çalışkan İngiliz bilim adamları fizyoterapistler eşliğinde bir araştırma yapmışlar ve tek ayak üzerinde durmanın dizler ve bileklerdeki kas ve kemiklerin güçlenmeleri için vücut dengesini sağlamak amacıyla leylekler gibi tek ayak üzerinde durmamızı öğütlüyorlar.
Ancak işbu bilim adamlarının dediği tek ayak üzerinde durmak öğretmenlerimizin verdiği cezalar gibi uzun süreli değil sadece ikişer dakikalık fasılalarla ayaklarımızı değiştirerek yapmamız gerektiğini de söylemişler.


Sakın işbu mevzuat-ı cezaiye hakkında öğretmenlerin bir şey bildiklerini iddia etmeyin bana. Bilirler ama bildikleri kendi öğrencilik dönemlerinde öğrenebildikleri kadardır.
Çünkü saatler boyunca tek ayak üzerinde durmak ayakları öyle bir ağrıtır ki böyle cezaları sapıklara tecavüzcülere teröristlere vermek gerekir.
Dolayısıyla bu sefer istemesem bile İngiliz bilim adamlarının sözünü dikkâte almam lâzım. Neme lâzım?

Sonbahar Pratiği

Sonbahar geldiğinden beri kıyafetlerimiz de kalınlaşmaya başladı, mâlum-u âliniz eğer Sonbahar'da ince giyersek üşürüz ve başta nevazil olmak üzere bazı hastalıkları geçirme şansımız daha çok fazlalaşır.
Ancak kıyafetlerimiz kalınlaştıkça gardolaplara sığdırmanın da zorlaştığı da başka bir gerçek.
Hele toplu taşıma araçlarında kalın mantolar ve kazaklarla kımıldayacak hâlimiz bile kalmıyor.
Üstelik sıcak üfleyen hava yüzünden terlemek de cabası.
İşte bunun için bana sakın Yaz'dan nefret ettiğinizi ve çok sıcak olduğuna dair şikâyet etmeyin, ettiğinizde resmen ağzınıza kürekle vurmak istiyor ben.


Efenim imdı bizim demeyeyim çünkü biz Amerikalı değil Türk'üz doğruyuz çalışkanız, yasamız küçüklerimizi korumak büyüklerimizi saymak yurdumuzu milletimizi özümüzden çok sevmektir ama bizden daha çalışkan olan Amerikalı bilim adamları kazakların nasıl katlanması gerektiğini araştırarak keşfetmişler ve basına da açıklamışlar.
Açıkladıklarına göre kazakların önce kollarını çapraz olarak öne doğru katlamak, sonra kazakları dikine doğru ortadan ikiye katlamak, en son rulo olarak kaldırmak lâzımmış.
Aslında bu konu Yazın başında daha fazla işe yarar çünkü Yazın kazak giyilmediği için gardolapların en derinlerine saklanırlar.
Tabi bütün bu katlamalar kazakların yıkandıktan sonra yapılması gerektiğini de bendeniz ekleyeyim.

Yakından Dolunay

Biraz sonra temaşa eyleyeceğiniz Dolunay resm-i şerifi Ekim Dolunayından kalan bir resimdir.
Birkaç saat önce yayınlandı, ilk olarak hemen paylaşılıyor.


Her ay bir kez böyle bir sahneyi gökyüzünde de görebilirsiniz.
Belki bu seferkisi parlamıyor ama uzun çekim mesafesinde böyle mat çıkar.
Gelecek ayın Dolunayında yeni bir Dolunay resmi sizinle olacak.

13 Ekim 2019

Kız Kulesi Dolunayı

Mehtap ışıklarını vurmuş Kız Kulesi'ne
Galata'dır uzakta görünen
Çarşaf çarşaf olmuş Boğaziçi'nin suyu
Gezdirir kıyıda yakamozları
Ah bu şehir, bin yıllık Bizans
Başlı başına bir yıldız yumağı
Bu kent ki özlenen İstanbul adı.


Girişteki şiir sayın Salih Dikdere'den alıntıdır, kendim yazmadım.
Bu akşam Dolunay akşamı, her ay böyle akşamlar vukua avdet eyler mâlumunuz.
Dolunay ise her ayın ortasıdır. Örneğin Ramézân-ı Şerif Ayı gibi. Çünkü Dolunay geldi miydi Ay'ın Dünya çevresinde döndüğü döngünün ortasına gelmiştir.
Dolunay'ın Burçlarla bir ilgisi bulunmamaktadır, burçlara giriş tarihine denk gelmesi tamamen tesâdüfidir.


Dolunay hayırlı olsun, memleketimize yeni bir ışık olsun.

Eski Zamanlardan İstanbul Resimleri

Pazar günüyle biraz sizleri eski zamanlara götürmek istiyor ben.
Siz de işbu sanal geziye iştirak edin, hep birlikte eski zamanların güzelliklerini analım.


Bu kez Galata Köprüsü üzerinde Şirket-i Hayriye'nin 39 baca numaralı Neveser adlı vapor bizi Boğaziçi yönüne geziye çıkartacak.


İlk olarak biz Üsküdar iskelesine yanaşıyoruz, bir zamanlar Boğaza giden vaporların çokları günümüzdeki gibi Beşiktaş değil Üsküdar'a ilk iskele yaparlardı.


Aslında Boğaziçi Köprümüz hakkında başka resimler de mevcut ama şimdilik eski günlerden eklenen bir renksiz renklerden oluşan bir resmini burada konaklatmam gerek.
Başka bir yazımda köprünün güzel resimleri sizlerle birlikte olacak.


Bir zamanlar Ortaköy iskele çevresi imdı şaşılacak derecede değişti ama zamanında resmen bildiğiniz köyden pek farklı bir yer değildi.
Zaten Boğaziçi'de günümüzün lüküs yerleşim yerlerinin tamamı bir zamanlar bildiğimiz köylerdendi.
İskele çevreleri köylerin merkezleri, günümüzde çok lüküs semtlerin oldukları tepeler de işbu köylerin semtleriydiler, hâttâ birçoklarında ev bile yoktu.


Geçinceye dek De hârfini iri kıyım bir hayvanımızın adının başına eklemek zorunda olduğumuz Köprüyü geçince Beylerbeyi'ye gelmiş bulunmaktayız.
Aslında bu resm-i şerifi bazı zevat nedense Beykoz diye paylaşmakta.
Hemen belirteyim ki Beykoz çevresinde kayıkhâne yoktur ve Beykoz iskelesi bu kadar açıklık alanda değildir, sadece bir sokakla erişilir.
Oysa Beylerbeyi iskelesi böyle geniş bir alana konuşlandırılmıştır.
Bu arada işbu resm-i şerifin özgünü renksizdir ancak yapay zekâ bu kadar renklendirebildi.


Ortaköy iskelesindeyken dediğim gibi bir sahne burası, henüz yapılaşmalar oluşmadan önceleri köyden farklı olmadıklarına dair bir resim.
Bir tane de Rumeli Hisar'a geldiğimizde olacak bunun gibi.


Bir zamanlar yalılarının önünden yol geçirilmeden önce Arnavutköy burası, ancak belirtmek istediğim bir gerçek var ki kazıklı yolun yapılması eğer otobüslerle ulaşmak istiyorduysak yapılması şarttı ne yazık ki. Çünkü o zamanın caddesi yan yana iki İkarus 280 Mafsallının geçmesine müsade etmiyordu.


İşte yolun berisini de görmektesiniz, iki tramvay geçebiliyordu ama otobüslerin genişliğine yetmiyordu. Ya da yetiyordu ama yayalara yer kalmazdı.


Artık zaman değiştiği için Arnavutköy'ün ve Bebek'in sırtlarındaki semtler yavaş yavaş meydana çıkmaya başlamış.
Semtlerin adlarını burada zikretmeyeyim çünkü reklâm olur.


Karşı kıyıda Küçüksu gelir sırada, tabi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yokken daha güzeldi resimdeki gibi.


Tabi bu esnada Bebek de aynen bebek gibi ağlamasın diye eklememek olmazdı.
Ancak zamanında Arnavutköy'deki kazıklı yol keşke Bebek'te de yapılsaydı, çünkü günümüzde Boğaz trafiği içinden kolayca çıkılamayacak hâlde.


Bu da efsahanelere konu olmuş bir Perili Köşk, yeri de tam olarak Fatih Sultan Mehmet Köprüsünün altında bir yer olan Rumeli Hisar'da.


Hani bir zamanlar İett durağının üzerinde kırmızı kazık bulunan ve anlamı da "Buradan ilerisi yirmibeş kuruş daha" olan kıt'a durağı.


Size Beylerbeyi'deyken de dedim ki Boğazdaki köylerin sırtları bildiğimiz köydü. İnekleri Öküzleri Sığırları Mandaları Koyunlarıyla birlikte nefis bir köyler.
Tabi buradan insanlar geçtiler, geçerken de köprülerini yaparak geçtiler.
Bir daha asla İneklerin otlayabilecekleri otlaklar bırakmadan.


Rumeli Hisar'ın altında günümüzde de kahve içilecek yummilenilecek ve nargiliye tüttürülecek mekânlar mevcut, bunlar geçmişte de mevcuttu.
Biz de biraz mola verelim dedik, hazır yukarıdaki küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarımıza selâm vermişken.


Allah-u Te'âlâ tarafından Emirgân sahili çok fazla bozulmadı, eskiden neydiyse günümüzde de aynen devam etmekte.
İşbu resm-i şeriften değişen tek şey tomofillerin modelleri


Biz gezimizi devam ettirirken yine Şirket-i Hayriye'den kalma ama bir dönem Akay'a giden 69 baca numaralı Göztepe vaporu da Emirgân açıklarından Beykoz'a doğru gidiyordu.


Günümüzde yeniden konuldu ama yıllar yıllar önceden de İstinye'de araba taşıyan vaporların olduğunu birçoklarınız bilmezler.
İşin tuhafı bugüne dek birçok İstinye resm-i şerifi gördüm ama İstinye'de feribotun kendisini görmedim.
O yıllarda İstinye'den Paşabahçe'ye hemen hemen saatte bir özellikle ağır vasıtaların karşıya geçmelerine yarardı.


Geldik imdı Tarabiye'ye ya da Tarabya'ya. Belki bu sefer değil ama olur da konaklamak istersek bir zamanlar burada güzel bir başka hotel daha varmış ama Bindokuzyüzonbir yılında bir yangına kurban gitmiş.


Gele gele Çayırbaşı'yı bulduk, ama o zamanlar tek bir güzellik yokmuş. Günümüzde dediğim bir zamanlar ne zaman yolum Sarıyer'e düşse İett otobüsünden inerek uzun bir yürüyüşe başladığım mekân bundan yıllar önce ne hâldeymiş?


E hazır Sarıyer'e kadar uzanmışken bir börek ve muhâllebi yummilenmenin zamanıdır.
Burada bir süre mola vermek de farz-ı ayndır.
Neveser bizi biraz beklesin, Hisar'da durduk zaten.
Biraz da Sarıyer'de dursak fena mı olur?
Yok canım iyi ki durduk.


O zamanki kameralar bu kadar uzun zumlayamaz ve uzağı çekmesi kolay değildi ama burası sanırım Yeniköy tepelerinden Beykoz'a doğru bakarken Boğaz'ın genişleyen yerlerinden birisi.


Boğaz semtleri arasında pek adı geçmese bile burası da Yalıköy Rampasının olduğu yer.


Dönerken ıslık çalamam belki ama Beykoz'dan geçerken paçamı kaybetmeyi istemem. Paçam değerlidir.
Aslında bir başka yazıda Beykoz Derbisi yapmak da belki olur, ama ne zaman eklerim bilmiyor ben.
Bundan sonra bir süre Anadolu Yakası ya da Şehir Hatları tarifelerinde bir zamanlar kırmızı yazan iskeleler ve çevreleri olacak.
Gelecek sefer Beykoz'daki çeşmeden resim de paylaşacak ben.


Vakit ikindiyi gösterirken Çubuklu çevresinde Şirket-i Hayriye'nin son vaporu olan 68 baca numaralı Güzelhisar aslında yanaşmasının en zor iskelesi olan Çubuklu'ya doğru geliyorken.
Güzelhisar Vaporu aslında Şirket-i Hayriye'den günümüze kadar en yakın tarihte emekli edildiği cihetle kurumu temsil etmeye yetkilidir.
Ne yazık ki emekliliğinden sonra müze yapılacağı basında yer aldı ancak yıllarca bekletilen gövdesi dayanamadı ve sadece Otuzbeşbin Türk Lirasıcık karşılığı jilet yapıldı.


Bir mola da Kanlıca Yoğurdunu yummilenmek için veriyoruz, essahtan da nefis yoğurtmuş bu yoğurt.
Hayat bazen bir yoğurtla bile güzelleşmiştir.
Neveser bizi burada da biraz bekler, zaten çok uzun sürmeyecek sanırım, yoğurtlarımızı vaporda yummilenmeye niyetlendik.


Bana kalsa seferi uzatarak daha doyurucu Boğaz havası isterdim ama birçok resm-i şerifi bir yazıya gark ederek gözlerinizi ve internet kotanızı çok fazla yemeden seferi yavaş yavaş başka bir haftaya kadar sonlandırmak zorunda ben.


Kândilli tepelerinde Erguvanlar açtığı zaman yeniden bir Boğaz macerası sizleri bekler.


Yeniden Köprü'ye dönünce bizi bekleyen bir İett otobüsü ama efsahanelerden birisi olan İkarus 280 Mafsallı. Belki istediğim hatta değil ama yine de eski güzel günlerin anısına İkarus'un da işbu yazıda adını çok andığımız için resmi de olmalıydı.