Bu Blogda Ara

Sayfalar

24 Ekim 2021

Eski Zamanlardan İstanbul Resimleri

İstanbul'un eski zamanlarını gezdirmek bana biraz iyi mi geliyor nedir?
Bu sefer yeniden sanal olarak gezdirmeğe başlıyorum sizi.
Tabi öncelikle biletlerimizi almamız gerekiyor, çünkü gezdirirken kullanacağımız taşıtların tekerlekleri bedavaya dönmezler.


Homumuzdan çıktık Devletimizin Elektrikli Banliyö Trenine binmek üzere gittiğimiz istasyonumuzda bilet kişesi açık olmadığı için mecbûren kaçak binmek zorunda kaldık ama trenin içerisindeki biletçiye başvurup biletlerimizi alacağız ve yolculuk ücretimizi ödeyeceğiz. Çünkü bizler Üç Muz olarak dürüst vatandaşlarız, her şeyi yeriz ama hak yemeyiz.


Tabi bugün gezerken alacağımız tek bilet bu değil tabi, henüz Akbil veya İstanbulkart mevcut olmadığı günlerden bahsediyoruz. Her taşıt için ayrı ayrı ve farklı ücretlerde biletlerimiz olacak yanımızda.
Mâlum-u âliniz devletimin treni İstanbul'da her yere gitmiyor henüz.


Tabi bir de İstanbul haritasından bir yer beğenmek de farzdır hani, sonuçta yolların sizi nereye götürebileceği pek belli değil tabi, her an fikriniz değişebilecek şekillere dönüşüverir.


Netekim trendeki görevli bizi bir sonraki istasyon olan Yeşilköy'de indirip biletlerimizi Yeşilköy'deki kişeden almamızı irade buyurdu. Tabi mâlum trensiz istasyon olmazdı, ne güzeldi ki tren biz biletlerimizi alıncaya kadar bekledi.


Giderken yoldaki istasyonlardan Bakırköy'de bayağı bir bekleme yaptı bizim tren, beklerken bir de postahaneden istasyonun resm-i şerifini kart yaptım arkadaşıma yolladım.


Derken bir uzun bekleme çişi molasını da Yedikule istasyonunda vermek zorunda kaldık, çünkü trenimiz biraz nanemolla işliyordu bu sefer.


Bir tren yollanır arkadaki trenle yola itinayla devam edilir. Yeter ki yoldaki elektrik kesilmesin.
Zira elektrikli tren Yirmiyedibinbeşyüz Voltluk kuvve-i elektriyye mevcut olmadan çalışamaz.


Her zaman elektrikli trenin çevre dostu olduğunu ve temiz bir şekilde işletildiğini söylemişimdir, bir şekilde İstanbul Garı'na getirdi bizi ya gerisi hiç ama hiç önemli değil.


Trenden inince çevrede şöyle bir görünüm gözüme çarptı, çarparken de kartpostal kadar kafama taş düştü, hem de zamanında benim taktığım taşlar düştüler.
Yine de belirteyim ki taş takma işleri benim için on yıl öncesinde kalmıştır, artıkım taş takmıyorum.


Yolumuz buradan sonra İett Otobüsleri ile devam edecek, Vapora şimdilik binmeyeceğiz çünkü az sorna da temaşa eyleyeceğimiz gibi otobüsümüz körüklü geldi.
Ring hatlara pek körüklü verilmez ama geldi miydi de kemâli azametle gelir, üzerinde taşıdığı Şekerbank reklâmı gibi şekerdir.
Her neyse biz abonman biletlerimizi aldık ve kumbaraya birer birer attık bindik bir âlâmete gidiyoruz bakalım kim bilir nereye?


Otobüsle gitmek gelmek eğer yol tıkalı değilse harikadır, en azından içinde yaşanılan Şehr-İstanbul'u daha içten daha candan görülebilir.


Bir yandan bizi Vaporlar çağırsa bile biz körüklüyü bir defa bulmuşuz kolayca bırakmayız. Vapor sefamız da bir başka yazımızda olsun, her gün karşı kıyıya geçmeyeceğiz ya?
Körüklü biliyorsunuz az olduğu cihetle biraz seyrek geliyor, geldiğinde de kalabalığı götürüyor.
Zaten buradaki Eminönü resmi az önceki Sirkeci'ye çok yakın, üstelik buradaki durak sadece Topkapı ve Edirnekapı taraflarına giden hatların son durağı.


Biz öyle ya da böyle Köprüyü geçiyoruz, hem de De Hârfi'ne ihtiyaç işitmeden, çünkü D'ayı olmak sadece Boğaziçi Köprüsü için gerekli.
Belli mi olur akşama gerçekten D'ayı olup geçiveririz, yine de yummilenmeği sağlam yapmak zorundayız.


Köprüyü geçince Karayköy'e geldik, kısacık bir sâhil görüntüsünden vaporlara bakmağa çalışıyoruz ama hayret ki iskelede vapor yok.


Kabataş'a kadar otobüs neredeyse hiçbir durakta durmadan geçtiği için fazlama bir şey göremediğimizi söyleyebilirim, oysa hattımız ekspres değil, sanırım duraklarda yolcu alışverişi yoktu.
Eğer amacım Üsküdar'a geçmek olsaydı Eminönü'de de vapor vardı, hiç Kabataş'a kadar gelmek zorunda değilim, abonman biletime yazık olurdu.


Burası aslında gerçekten Dolmabahçe olan adından da anlaşılacağı üzere dolgu alan, belki de Boğaz'daki ilk doldurulan alan.
Bu dolgu alanın üzerinde yer alan Dolmabahçe Sarayı acı tatlı bir sürü anıya sahip de olsa Bindokuzyüzotuzsekiz yılının On Kasım sabahı Atamızın ebediyete intikâl ettiği yerdir.
Hani derler ya Kasım'da Aşk Başkadır, işte bizim için aşk değil ayrılığı simgeler.


Gerçi otobüsümüz buradaki geniş yola sapmadı, kıyıdan kıyıdan dümdüz devam etti, nereye gittiğini sormayın şimdiden çünkü ben de yazımın nereye geleceğini bilmiyorum.


Dediğim gibi bizler sahildeki Muallim Naci Caddesi'ni izleyerek yolumuza devam ediyoruz.


Burası bir zamanların sâkin semti ama günümüzün aşırı hareketli semtlerinden Ortaköy, iskelemizde Şirket-i Hayriye'den kalma son vaporumuz olan 68 baca numaralı Güzelhisar yanaşmış.
Çekildiği zamanlar henüz Ortaköy'deki hiçbir dükkân faal değildi, ne kumpir vardı ne de nargiliye, hiçbiri olmadığı cihetle Günlük Nargiliye Yummilenmek de imkânsızdı.


Burası da Kuruçeşme açıklarında bulunan Galatasaray Spor Kulübü'nün kullanımındaki ada. Yakın zamanlara kadar herkesin gıpta edip kıskandığı yer günümüzde mezbelelik hâlde olduğunu üzülerek belirtmek isterim.
Her ne kadar ben Fenerbahçeliysem de ezeli raakibimizin güzelliklerinin kötü ellerde olmasını içim hazmedemiyor, çünkü bu dünyada Galatasaray olmazsa Fenerbahçe de olmaz.


Kuruçeşme civarında bulunan bir zamanların Şirket-i Hayriye'sinin 76 baca numaralı Sarıyer adlı vaporu geçen zaman zarfında şeklini değiştirerek Paradise adlı yummilenme mekânı olduğu zamanlardan.


Burada görülen ise yine Şirket-i Hayriye'nin 73 baca numaralı Rumeli Kavağı vaporu seferden çıkarıldıktan sonra Hilton'un satın alması sayesinde şekil ve isim değiştirerek Şehrazat adını aldıktan sonra Kuruçeşme iskelesine bağlanmış vaziyette.


Arnavutköy iskelesinde Büyükdere Vaporu yanaşmak üzere sanırım, ama yolun darlığından olsa gerek otobüsümüzden insek bile yetişemeyiz biz.
Zaten hayat sadece üçbuçuk ile dört arasındadır, ya üçbuçuk atılır ya da dört dörtlük yaşanır.


Derken biz Bebek'e geldik ama öyle bir geldik ki habire geldik sanki.
Geldiğimiz zamanlar kıyı teknelerle daha yeni yeni işgâl edilmekteydi, şimdiki gibi yoğun olmasa bile deniz yavaş yavaş kapanmağa başlıyordu.


Bu daracık yol nedense her zaman tıkanır, bu kadar otomobil doldurulursa başka ne beklerdiniz siz?
Yine de uzun zaman boyunca Hisar'a kadar iyi gelebildik, tırmandık ve Rumeli Hisarı'yı gezmeğe koyulduk, içinde kendimizi kaybedeceğimiz kadar hem de.


Derken son olarak Emirgân'a kadar gelebildik, vakit de akşam oluverdi tabi.
Son durakta İett bardağıyla gummilenebilmeğe çalıştığımız kahveler bizlere bambaşka yolların kapısını aralayacak belki.


Mevsim artıkım Sonbahar olduğundan Emirgân Korusu fazlama canlı değil ama yine de güzel, belki Nisan gibi Lâle zamanlarını anlatırım, ama şimdiden söz veremem çünkü Nisan'a kadar yaşayacağımdan emin değilim ne yazık ki.


Dönüş yolumuz Şirket-i Hayriye'nin 68 baca numaralı efsahanei olan Güzelhisar vaporuyla karşılaşmak ne sözcük diyeceğim çünkü biniyoruz içine ve o güzel günlerinin anılarını anlatmağa başlıyor bizlere.
Kolay değil koskocaman bir yetmişbeş yıldır seferde ve nice güzel ve çirkin anıları mevcuttur kim bilebilir?


Vaporumuzdan inince güzel Üsküdarımızın sokaklarına caddelerine dalıp gidiyoruz hiç bilinmeyen yerlerine ama yürüyerek ama otobüsle.


Yeni bir Boğaziçi seferi yerine bu sefer yönümüzü Kadıköy istikâmetine çevirmek daha mantıklı olacak sanırım çünkü zaten yoğun trafik yüzünden çok zaman kaybettik.


Hemen oradan geçen bir Skoda markalı bir İett otobüsüne biniyoruz tek biletimizi atarak, 12 numara hiçbir zaman çift bilet olmadı tabi.
Esasına bakarsanız iki ilçe arasında yürümek de fena değildir ama esasında mesafe o kadar kısa değildir, en az bir saatinizi alacaktır.


Kadıköy'ün o yıllarda şöyle bir artısı vardı, ilçesi sağlam semti daha da sağlam.
Ancak benim sizleri götürmek istediğim semte giden otobüs aşağıdaki duraktan kalkıyor.


Aktarma yaparken fark ettik ki İett abonmanımız bitivermiş, o dönemde Akbil de yok tabi, mecburi olarak yeni abonman almak zorunda kaldık.


Yeniden bir başka İett otobüsüne biniyoruz ve bilin balakım nerelere yollanıveriyoruz?


Madem yollar yürümekle aşıl(a)mıyor, biz de adam gibi biletimizi atarız İett otobüsüne biner öyle aşarız.
Otobüsümüzün körüklü veya solo olmasının hiçbir farkı yok çünkü körüklünün gittiği semtlere sololar da gidebiliyorlar.


Bazen hayat öyle çok hızlı göz açıp kapatıncaya kadar çabucak geçer ki giden güzel günleri yakalamak imkânsızlaşıverir.
Resimde de görüldüğü üzere Selâmi Çeşme'de benzin mahâli günümüzde çok daha koruganlı bir yer oldu.


Bizler ise geçmişin Şaşkınbakkal'ına kadar gidebiliyoruz, çünkü akşam vakti sinemada filim izleyeceğiz.


O dönemlerde filmler bile insana güzel şeyler öğretirlerdi, şimdiki saçma sapan diziler gibi serserilik yoktu, o serserilik var olsa bile iyi adam tarafından bir şekilde yola getirilirdi.


Derken bizim de geri dönüş vaktimiz geldiği için hemen Suadiye Tren İstasyonuna gidiyoruz ve Haydarpaşa yönüne gelen ilk trene biniveriyoruz.
Yolda aklımıza bilet almadığımız aklımıza geliyor ve biletçi geldiğinde çaktırmadan trenden inmek zorunda kalıyoruz.


Mecbûri aktarma sonrası gecikilmiş bir saatta varabiliyoruz Haydarpaşa'ya çünkü o yıllarda Marmaray yok tabi, bütün nakliyat Vaporlarla sağlanmakta.


Haydarpaşa'ya geliyoruz ki Vaporumuza daha çok zaman olduğunu görüyoruz ve biletimizi almak için oldukça bol zamanımız olduğunu da fark ediyoruz.


Batmış balık her zaman yan yan gider çok az zaman düz gider, gecenin nemi düşerse gözlerimizin üstüne bize uyku uyumak da farz olur.


Madem ki Haydarpaşa'dan gelen Vapor Eminönü'ye gelmiyorsa ve Devletimin Elektrikli Banliyö Trenine binmek için İstanbul Garı'nın bulunduğu Sirkeci semtine gitmemiz gerekiyorsa gideriz olur biter.


Homumuza dönüş trenlerimizin üstlerine reklâmlar alınmağa başlanmış.


Biletlerimizi alıp reklâmlı trene biniyoruz ve Homumuza doğru uzun bir yolculuğa çıkıveriyoruz, ancak Devletimin Treninde uyuyup kalıyoruz ve gözlerimizi trenin son durağında açabiliyoruz.


Tabi bir de dönüş treninde uyumamak için şarkı türkü çığırıyoruz ama diğer yolcuları rahatsız ettiğimizi fark ederek çenemizi götümüze sokuyoruz.


İyi ki dönüş treninde uyumuyoruz ve çabucak Homumuza dönmeğe muvaffakiyet gösterebiliyoruz.


Homumuza girince de günün bütün yorgunluklarını hatırlayarak hemen uyku düzenine geçebilmeğe çalışıyoruz.
Başka bir yazı için resimler toplamamız gerekiyor.