Bu Blogda Ara

Anılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Temmuz 2025

Ayrılıklar Sevdaya Dâhildir

 Hayat her zaman mutlulukla geçmiyor, zorlu yollarında birçok engel de çıkartıyor.
Özellikle ikili ilişkilerde anlaşamamazlık oranları son zamanlarda ziyadesiyle arttı.
Ancak bazı ayrılıklar vardır ki aradan Onyedibuçuk kocaman yıl geçse dâhi gitmesi gereken kişinin görevini büyük bir başarıyla becerebilmesine rağmen kalan kişi için atlatılabilmesi çok zor olmuştur.
Üstelik bir arada olmaması gerektiği her iki kahraman tarafından bilinmesine ve bazı değerlere uygun olmamasına rağmen.


Merak etmeyin bu ilişkiden sonra unutmağı başaramayan kişinin hayatına başkaca karşı cinsten insanlar da girdiler, ancak her biri bir öncekinden daha büyük hasarlar bırakarak gittiler.
Elimizde ise insanlara güveni iyice sarsılmış ve yeni ilişkilere gönlünü kapatmış bir Türk Vatandaşı Kişi kaldı.
Bunca yıldan beridir kırıntılarla kendini doyurabilmeğe çalışıyor.
Giden kişi ne yapıyor derseniz oynadığı sahte sevdalı rolünden sonra hayatını çok mutlu şekillerde yaşıyor olması gerekiyor.

14 Eylül 2023

Unutulanların Buluşması

 Hani sizlere birkaç zaman önce 2008 eteketli bir öykü anlatmıştı ben.
Duydum ve okudum ki hikâyenin sonunu merak etmişsiniz. Korkmayın hadiseyi yaşayan şahıs filmin sonunu da anlattı bana.
Bana kalsa bu hikâyeyi hiç ortaya çıkartmazdım ve yayınlamamı isteyen kişiye kapumu sonsuza kadar kapatırdım ancak dünyada öyle fettan ve şeytana pabuçlarını tersten giydirmiş karşı cinsler var ki benim söylemeğe dilim varmıyor.


Bir ay bile sürmeyen ve başladığı gibi çabucak biten sevdalıklı ilişkilerinin üzerinden yaklaşık üç yıl geçmişti.
Kadın aralarındaki her şeyi unutmuş ama birbirlerini görünce yine de heyecan yapmıştı.
Delikanlı ise her ne kadar bir başkasını bulmuşsa da bulduğu kadın ona çok daha fazla acı çektiriyordu.
Önce oturup aradan geçen zamanlar zarfında başlarından geçenlerden bahsettiler.


Kadın yurt dışında iyi bir ünüversütede yüksek ehliyet eğitimine başlamıştı, özel hayatında da ailevi sorunlar vardı.
Delikanlı da ne yapsındı? Kızın arkasından yas tutacak değildi, sonuçta o yaşa onunla birlikte gelmemişti. Alt tarafı kadının yalan aşkına karşılık vermişti ve birkaç günlüğüne bile olsa sevgililiğin tadını almıştı.
Pişman mıydı? Arsla pişman değildi. Hem de kadının onu yara bandı mı diyelim yoksa kâğıt mendil mi bilmem ama birkaç günlük oyuncak gibi kullanıp köşeye atmasına ve delikanlının da bunu ezbere bilmesine rağmen.


Artık ayrılık saati geliyordu, vapora çok az zaman vardı.
Birlikte geçirdikleri son dakikaların daha da kötüleşmemesi ve ilerideki zamanlarda birbirlerini kötü hatırlamamaları için ikisi de bağzı sırlarını içlerine gömmüşlerdi.
O güzel ve Güneşli Pazar gününden sonra ne kadın delikanlıyı ne de delikanlı kadını aradı ve sordu, tıpkı Gülben Ergen'in bir şarkısında geçen şekilde birbirlerinin hayatlarından sade ve sadece geçip gittiler.
Tıpkı bir zamanlar Funda Arar'ın başka bir şarkıda bahsettiği şekilde sevdaları bir mektupla başlamış, zamanla günler geceden kurtulamaz olmuştu. 
Artık o yoktu, dolayısıyla delikanlı yalnız kalmağı öğrenecekti, kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi köksüz bağsız durabilmeği de öğrenmeliydi.
Ayrılırken sadece kuru bir el sıkışmayla vedalaşmak istedi bizimki, eğer daha ileri gitseler belki de bambaşka şeyler de yaşanabilirdi ama sadece Türkçe Lügat'te bulunan bir kelime-i şerif olan "Onur"a gölge düşürmemeliydi.


Ancak bindiği vapordan inene kadar gözlerinden akan yaşların miktarı o güne kadarki toplamından çok daha fazlaydı.
Ne kadar ağlarsa ağlasın bir türlü içindeki sevdayı sonlandıramamıştı.
Artık dünyevi ve cismâni hayatının sonuna kadar içinde yalnız başına taşıyacaktı, tıpkı Ajda Pekkan'ın yıllar yıllar önceki seslendirdiği şekilde onsuz yaşayacaktı yasak aşkını ve hiçbir zaman kapısını çalmayacaktı.


İmdı delikanlıya kaybolan yıllarını verseler ya da onunla bir ömür vaad etseler belki peşinden giderdi, ancak bağzı şeyhlerin dönüşü yoktu çünkü birkaç yıl önce beraberce ayrılmağa ve arkadaşça yollarını ayırmağa beraberce karar vermişlerdi.
Esasında ikisinin de birbirlerine pek hayırları yoktu ama bir hata yapmışlardı bir kez.
Gerçekleri görmeleri mutlaka lâzımdı çünkü ikisinin de başkaca çareleri yoktu.


Yarım kalmış hikâyeler genellikle güzel gelir insanlara, çünkü hem Adem oğlu hem de Havva kızı beşbin yıldır birbirlerinin huylarına uygun karşı cinsini arar durur.
Bazen tam da istediğini bulur ama o bulduğunun da bir başkasıyla madigudiliği mevcuttur.
Ya da bazen bir yeni heyecan aramak için başının bağlı olduğu kişiden biraz kurtulmak amaçlı bir başka karşı cinse sadece taşak geçmek için yazan bazı tipitipler de mevcuttur.
Ve bahsettiğim tipitiplerin sahte aşk masallarını gerçek sanan denyolar da mevcuttur.
Sonuçta ne olursa olsun ayrılık da sevdaya dâhildir, her seven sonunda derde düşecektir ve kaçınılmaz bir son olarak ayrılık kapılarını çalacaktır.
Ayrılık sonrası ise önce sigarayla başlar, sigara kesmezse nargileye kadar götürür.
Çünkü bu acıyı giden değil kalan çeker, unutmak için de bağzı oyalayıcı bir şeyhler arar.


Ancak eğer vaziyet bu noktalara kadar geldiyse bir sorun var demektir.
Çünkü bu noktadan sonrası için bir tedavi yöntemi henüz bulunamadı, sadece bazı büyüklerimiz çivinin çiviyi sökebileceğini iddia ederler ama o içeride bir kırıntı muhakkak kalmıştır ve günün birinde bir şekilde ortaya çıkacaktır.


Bu okuduğunuz ve tefrikaya dönüşen ilişkide iki taraf birbirine kavuşsaydı ne olurdu?
Gerçekten mutlu olabilirler miydi, yoksa bir süre sonra daha da fena ayrılık çanları mı çalardı?

14 Şubat 2023

Ondört Şubat'taki Hepten Unutulmuşluk

 Birkaç zamandan beridir sizlere bir öykü anlatablmeğe çalışıyorum ama ne kadar başarılı olup olmadığımı ben de açıkçası bilmiyorum.
Hayatta birini ister sevin isterseniz sevdiğinizi sanın ya da artıkım nefret edin, hiç kimsenin duygularıyla oynamağa hakkınız bulunmuyor.
Ancak öykümüzdeki kadın kahramanın en büyük tutkusu kendisini seven erkeklerin duygularıyla oyuncak top gibi oynamaktan ibaret.
Bizim delikanlınınsa en azından birkaç gün için bile olsa sevgilisi olan veya olduğunu sandığı kadına arkadaş gibi de olsa sevgililer gününü kutlamaktı niyeti.
Ancak o günü akşamleyin kızın Facebok'taki saçma sapan gönderisini görünce kel kafasından aşağı doksan derecede kaynayan sudan bir büyük kova dolusu boşalıverdi.


Çünkü kadın resmen bütün arkadaşlarıyla hem dalga hem de taşşak geçmişti o günü.
Hade cevap vermemesi bir şey değildi ama bizim delikanlı paylaşımı görünce İnternet Kafe'deki bilgisayarın başında bir süre hareket edemeden kaldı.
Sessizliği bozan birkaç dakika sonra Msn Messenger'deki bir arkadaşı oldu.


Arkadaşının bizim delikanlıya yazdığı şeyler esasında yenilir yutulur şeyler değildi ama gerçeklerin tokadı Osmanlı İmparatorluğu Tokadından daha ağır gelmişti.
Dünyada biten ilk ilişki onlarınki değildi, sonuncusu da olmayacaktı.
Kim bilir her ikisinin de başlarından ne ilişkiler gelmişti ve ne ilişkiler gelecekti?
Ancak birine karşı olan sevgisi her zaman hor görülen hep bizim delikanlınınki oluyordu.


O gece her geçen dakika bizim delikanlıya çok ağır gelmeğe başlamıştı, ama kadın kahramanın o günü neler hissettiğini bizler arsla bilemeyeceğiz, çünkü kendisi kanalımıza hiçbir zaman konuşmadı.
Kadının tek yaptığı delikanlının mesajını cevapsız bırakmak ve ikindi vakti bilgisayar bulduğunda Facebok'ta kırıcı bir resim paylaşmaktan ibaretti.


Bunun için bu dünyada giden her zaman kârlı olur, sadece üç hafta önce aşkım sevgilim diyen ve oğlanın üzerine titreyen kadın bir anda değişip taş kâlpli bir motor olmuştu.
Nerede kalmıştı birbirlerine yazdıkları şiirler?
Nerede kalmıştı birbirlerine verdikleri aşk sözleri?
Nerede kalmıştı sabahlara kadar birbirleriyle yazıştıkları telefonlar?
Kısacası bu kadın bizim delikanlının hayatından şöyle bir pencereye bakıp geçmiş gitmişti, üstelik arkasında neleri bıraktığını asla bilmeden ve hiçbir zaman da bilmeyecek olan.


Başlamıştı acının yan etkisi bir de soruyordu aha bitti mi?
Oğlanın hayâlleri Eyfel Kulesi hayatları Süphân Dağı olarak kalmaktaydı.
Onu unutmaktan başka hiçbir çaresi yoktu, üstelik işi gücü kendisini beklerdi.
Kadınlar için unutmak çok kolaydı, ama erkeklerin zayıf noktaları vardı.
Böylelikle bundan onbeş yıl önce yaşanmış olan bir sevda hikâyesinin sonu gelmişti, gerçekte sonu gelmişti ama uygulamada gerçekten sonu gelip gelmediği biraz meçhûl.
Çünkü gerçekten bitmiş olsaydı o delikanlı bana gelmez ve hikâyesini yazmamı istemezdi benden.


Bitmiş ilişkilerin bulunduğu mezarlıkta varsın bir sevda hikâyesi daha olsundu, nasıl olsa bu dünyada sekizmilyar insan yaşıyordu ve daha şimdiden ellimilyar adet kırık kâlp hikâyesi mevcuttu, bu yüzden ha bir adet eksik ha bir adet fazla olması hiçbir şey fark ettirmez.

19 Ocak 2023

Konserdeki Unutulmuşluk

 Bugün de sizlere yine onbeş yıl önceki yaşanmışlıklardan bağzı şeyhleri eklemek istiyorum.
Geçen haftadan beri zaman çok hızlı akıp geçmiş ve yeni bir Cumartesi gelmişti. Esasında öyle çok sevinilecek bir şey değildi çünkü o günü bazı dış etkenler havayı çok fazla germişti.
Genç kadın aynı zamanda bir aktivistti, kendi kalıbına bir türlü sığamıyordu, resmen her şeyin içindeydi ve bazı arkadaşları da bu kıza biraz zoraki ayak uyduruyorlardı.
İşin tuhafı o arkadaşlarından birkaçı bizim delikanlının da arkadaşıydı, yani her ikisi de çevrelerinde oldukça bilinirlerdi.
Akşam olduğunda buluşup bir etkinliğe birlikte gitmeğe karar verdiler, her şey sanki sıradan ve huzurla doluymuş gibi.


Önce bir yeŕde bir şeyler atıştırırlarken eğer gidecekleri etkinlikte arkadaşlarından herhangi birini görürlerse bir şekilde konuyu değiştirmeği birbirlerine tembih etmişlerdi, ne de olsa insanoğlu gevşek ağızlı olduğu ve o ağızın torba olmadığı için büzebilmek imkânsız olduğunu esasında ikisi de ezbere biliyorlardı.
Atıştırmalıklarını yummilendikten sonra mekândan dışarı çıkıp yürümeğe başladıklarında her attıkları adımda tanıdıkları birileri sürekli karşılarına çıkıyor ve hem kadını hem de erkeği olmak üzere hepsi de daha önceden sözleşmişler gibi bıyık altından gülümsüyorlar ve kafalarını emme basma tulumba gibi sallıyorlardı.


Gittikleri konserde her ikisi de orada bulunan tanıdık kimseleri ekmiş ve ikisi birlikte yan yana oturmuşlardı. Sahne en arka sıradan çok daha belirgin görünüyordu ama tek bir resim bile çekmedikleri için o günden her ikisinde de hiçbir anı kalmamıştı yaşanan anlardan başka.
Ancak konserdeki şarkılardan biri bizim delikanlının ruhunu oradan alarak çok çok uzaklara götürdü bir anda, çünkü gerçekte bir olamasa bile gönülde bir olmasını istiyordu.

13 Ocak 2023

Akmerkez'deki Unutulmuşluk

 Geçen hafta size bir yaşanmışlıktan bahsetmişti ben.
Bugün geldik bu yaşanmışlığın dördüncü bölümüne.
Bizim delikanlının genç kadına karşı hissettiği o olmaz olasıca duygular artmağa başlamıştı, sabahtan akşama işindeyken bile onu düşünüyor akşam eve gelirken daha yoldayken bile mesajlaşmağa başlıyorlardı, tabi o zamanların en revaçtaki ama artıkım günümüzde olmayan yazılımı Msn Messenger'de uzun uzun yazışmaları da keza. İşte bundan tam onbeş kocaman yıl önce bugünün tarihi Pazar gününe denk geliyordu, birlikte o Güneşli Pazar gününü değerlendirmeğe karar verdiler.
O zamanki Beyoğlu Metrosu Taksim'den Levend Dördüncü Kısım'a kadardı, henüz bırakın Yenikapı'yı ya da Hacı Osman'ı daha Şişhâne ve Maslak tarafındaki istasyonları bile inşa hâlindelerdi, Etiler Metrosu'nun ise esamesi bile okunmuyordu.
İşte bu şeraitte bindikleri metroda genç adamla genç kadın birbirlerine her ne olursa olsun aralarındaki irtibatı asla koparmayacaklarına dair söz vermişlerdi.


O yıllarda Akmerkez'in en üst katında bir sahne vardı, hâttâ ben ve o delikanlı bile bir bayram günü bir televizyonun canlı yayınına denk gelmiş ve bayağı eğlenmiştik.
Sahnenin o kısmında güzel bir masaya oturdular, ikisi de farklı yerlerden yummilenmek istemişti.
Sonradan delikanlı genç kadına da söyleyecekti bunu, o zamanın ayna kaplı direklerinden birinde bir habersizin çektiği kendileriyle hiçbir ilgisi olmayan bir resimde sevdaları sonsuza dek yaşayacaktı.


Yummilendikten sonra alt katlardaki vitrinlere biraz baktılar, norminâlde delikanlının pek hoşuna gitmese bile o günü genç kadının o vitrinlerde kendini kaybetmesinden çok hoşlanmıştı.
Artıkım hava kararmağa başlıyordu, çünkü o zamanlar saatlar Kış gelirken bir saat geri alınırdı, bizimkiler de Remzi Kitapevi'ye girdiler ve delikanlı orada genç kadına hayatının sırrını söyledi, ben bu sırrı biliyorum ama genç adama verdiğim söz uyarınca genç adam ifşa etmeme izin vermeden ben de söylemeyeceğim.


Bundan sonrası başka bir başlık gerektiriyor aslinda çünkü semt değişiveriyor artık.
Lâkin ne olursa olsun bir şeyleri anlamak istiyorsanız o şeyleri yaşayan kişilere sormalısınız.

05 Ocak 2023

Unutulmuşluk

 Bu hayatta yazılmamış da olsa bazı yaşanmış hikâyeler vardır ve o hikâyelerdeki kahramanların gerçek hayatta kim oldukları önemli olmasa bile yaşanmışlıklar aradan yıllar bile geçse unutulmaz, tıpkı unutulanların unutanları asla unutmayacakları gibi.
Bundan tam olarak onbeş yıl önceydi, o zamanlar tabi kahramanlarımız günümüzdekinden daha gençtiler ve hayata daha bir umutla bakabilmeğe çalışıyorlardı.
Yaklaşık olarak üç haftaya yakın süredir gerek telefondan gerekse bilgisayardan sürekli yazıştıkları kadınla ilk defa bir yere gidecekti delikanlı. Belki o güne dek birçok kez dışarıda birileriyle bir şeyler yummilenmişti, ama biriyle neredeyse ilk kezdi o akşam. Oğlan birlikteyken bir hata yapar mıyım diye heyecanlanıyordu ama kız bu konularda oğlandan tecrübeliydi, vaziyeti bir şekilde idare ediyordu, üstelik delikanlının bu kez çenesi düşmüş mevzular başka mevzuları açmıştı ve o ilk buluşmada paylaştıkları doksanbeş dakika ikisine de sanki çok kısa gelmişti.


O akşam birlikte gummilendikleri Dondurmalı Sâhlép her ne kadar çok Tarçınlı da olsa ve delikanlının ağız tadı tarçını pek kabûl edemese bile önemli olanın orada paylaşılanların kendisi olunca tarçın sevmediğini delikanlı unutmuştu. Her şey bir yana o akşam nelerden bahsettiklerini ben bilemesem bile delikanlının son üçdört yıldır aynı masada aynı dondurmalı sâhlépi kendisine ısmarlayıp anılarını yeniden canlandırmağa çalışmasına rağmen sâhlépin limonimsi tadından mıdır yoksa bu hikâyedeki kadın kahramanın çok kısa zaman zarfında delikanlıyı çoktan unutmuş olmasından mıdır bilmem ama aynı lezzeti asla hissedemediğini söyledi bana.


Bizler ise bu bir kısmını anlatmağa çalıştığım yaşanmışlığın üzerinden geçen onbeş yılda birçok değişik şeyler yaşadık, hikâyedeki kadının günümüzde ne yaptığını veya sağ olup olmadığını bile bilmiyorum, ama delikanlının hayatına ondan sonra birkaç farklı kadın girdi, üstelik içlerinden birisiyle çok şiddetli bir karasevda yaşadı ama o kadının düşüncesine göre çok sevişen kadının orospu olmadığı çünkü orospuların parayı sevdiğini yazması veya yanlış kişiyi doğru aşkla sevmeği nasip etmemesi konusunda Yukarıdakine yalvarması ya da eğer kendisini görmesi birinin canını yakıyorsa görüşmekten vazgeçerdi olurdu biterdi diye kestirip atması yüzünden karşı cinse ve sevgiye olan inancını artık kaybettiğini ve kâlbinin içini hiçbir zaman ulaşamayacağı, ulaşsa bile kendisine yüz vermeyeceğini bildiği, üstelik gerçekte tipi olmayan bir sanatçıyla doldurduğunu biliyorum.
Ancak bugünkü anlattığım hikâye burada bitmedi, dört bölümü daha var.

31 Mart 2022

Eskimek

 Gece olur gün eskir, aylar geçer yıllar eskir, yolun yarısından sonra insan eskir.
Eskimeyen birkaç şey varsa hayata dair biri umut biri sevgidir.


Bizler zamanında güzel günleri görmek şerefine eriştik, ya ilerideki nesil kimleri ve ne biçim günleri görecekler?
Bizlerin şu son zamanlarda iki kocaman yılı heba edildi, gelir olarak da beş yıl geriye gittik.


Sonuç olarak biz eskimiş insanlar geleceğimizi hiç de parlak göremiyoruz, ya sizler ne diyorsunuz?

10 Mart 2022

İstanbul Kar Altında

Sabah sizlere tepemizin d'amına Mart Karı yağdığını yazmıştı ben, imdı da siz sevgili okuyucularıma birkaç adet alıntı resim gönderecek.


İlk görünümümüz Cadde-i İstiklâl'den, İlçe-i Beyoğlu'nun belki de aydınlık yüzü olan ve 1990 yılında araç trafiğine kapatılan yolda o günden beridir işlemekte olan Nostâlcik Tramvay bile görünemeyebilecek hâle gelmiş.


Baştan başa İstanbul'u Batıdan Doğuya doğru geçmekte olan üç yoldan biri olan eski adı Londra Asfaltı yeni adı önceleri E-5 sonra D-100 Karayolu'nda tuzlama faaliyetleri tam gaz devam etmekte.


Boğaz tarafına uzanıyor ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nü izliyoruz Otağtepe Parkı'ndan ve görüyoruz ki kar oldukça sağlam tutmuş vaziyette.


Havadan izlediğimiz güzergâhımızda sıradaki durağımız aslında Galata Kulesi olacaktı ama biz yine de geniş açılı olan resmi kullanmağa karar verdik, böylece Tarihi Yarımada'yı uzaktan da olsa izleyebilmekteyiz.


Yönümüzü kıvırıp da Tarihi Yarımada'ya çevirince diğer yerlerden çok da farklı bir manzara göremiyoruz, çünkü kar bu sefer İstanbul'un her tarafına yağmağa muvaffakiyet gösterdi.


Havadan yere konunca bazı yerlerde kaldırımlarda yürümenin tehlikelerinden bahsetmeli ben, çünkü ayakkaplarımız her an kayabilir dikkâtlı yürümezsek, sırf bu yüzden şemsiyelerimizi baston olarak kullanabilme yeteneğine sahip olmamız gerekmekte olduğunu belirtmeme hacet bulunmamakta.


Yeniden havaya kalkıp Ortaköy civarına geldiğimizde manzaranın aslında tam bir kartpostallık olduğunu görmekteyiz, her ne kadar kar güzel görünümler arz etse bile esasında hava oldukça soğuk.


İstanbul'u gezerken aslında İstanbul vilâyetinde her şeyin başladığı İlçe-i Kadıköy'e geçmeyecek miydik sizce?
Birkaç yıl önce adı General Asım Gündüz olarak değiştirilen ancak kamuoyunda hâlâ Bahariye Caddesi olarak bilinen caddede de Nostâlcik Tirenvay çalışıyor ama buradaki tramvay Almanya'dan alınan ikinci el taşıtlar, Gotha markalı ve İstanbul'daki ilk vazifeleri işte bu Moda hattından ibaret, yani bizim yıllar önce kullandığımız Özgün Tramvaylardan değil.
(Seceresini bir gün bahsedecek ben.)


Ve her şeyden önemlisi kedisiz bir İstanbul düşünülemez, düşünenin de aklından zoru vardır.
Kar da yağsa, Yağmur da yağsa, Güneş de açsa ve bizi ısıtsa dâhi kediler her zaman kedidirler.

24 Ekim 2021

Eski Zamanlardan İstanbul Resimleri

İstanbul'un eski zamanlarını gezdirmek bana biraz iyi mi geliyor nedir?
Bu sefer yeniden sanal olarak gezdirmeğe başlıyorum sizi.
Tabi öncelikle biletlerimizi almamız gerekiyor, çünkü gezdirirken kullanacağımız taşıtların tekerlekleri bedavaya dönmezler.


Homumuzdan çıktık Devletimizin Elektrikli Banliyö Trenine binmek üzere gittiğimiz istasyonumuzda bilet kişesi açık olmadığı için mecbûren kaçak binmek zorunda kaldık ama trenin içerisindeki biletçiye başvurup biletlerimizi alacağız ve yolculuk ücretimizi ödeyeceğiz. Çünkü bizler Üç Muz olarak dürüst vatandaşlarız, her şeyi yeriz ama hak yemeyiz.


Tabi bugün gezerken alacağımız tek bilet bu değil tabi, henüz Akbil veya İstanbulkart mevcut olmadığı günlerden bahsediyoruz. Her taşıt için ayrı ayrı ve farklı ücretlerde biletlerimiz olacak yanımızda.
Mâlum-u âliniz devletimin treni İstanbul'da her yere gitmiyor henüz.


Tabi bir de İstanbul haritasından bir yer beğenmek de farzdır hani, sonuçta yolların sizi nereye götürebileceği pek belli değil tabi, her an fikriniz değişebilecek şekillere dönüşüverir.


Netekim trendeki görevli bizi bir sonraki istasyon olan Yeşilköy'de indirip biletlerimizi Yeşilköy'deki kişeden almamızı irade buyurdu. Tabi mâlum trensiz istasyon olmazdı, ne güzeldi ki tren biz biletlerimizi alıncaya kadar bekledi.


Giderken yoldaki istasyonlardan Bakırköy'de bayağı bir bekleme yaptı bizim tren, beklerken bir de postahaneden istasyonun resm-i şerifini kart yaptım arkadaşıma yolladım.


Derken bir uzun bekleme çişi molasını da Yedikule istasyonunda vermek zorunda kaldık, çünkü trenimiz biraz nanemolla işliyordu bu sefer.


Bir tren yollanır arkadaki trenle yola itinayla devam edilir. Yeter ki yoldaki elektrik kesilmesin.
Zira elektrikli tren Yirmiyedibinbeşyüz Voltluk kuvve-i elektriyye mevcut olmadan çalışamaz.


Her zaman elektrikli trenin çevre dostu olduğunu ve temiz bir şekilde işletildiğini söylemişimdir, bir şekilde İstanbul Garı'na getirdi bizi ya gerisi hiç ama hiç önemli değil.


Trenden inince çevrede şöyle bir görünüm gözüme çarptı, çarparken de kartpostal kadar kafama taş düştü, hem de zamanında benim taktığım taşlar düştüler.
Yine de belirteyim ki taş takma işleri benim için on yıl öncesinde kalmıştır, artıkım taş takmıyorum.


Yolumuz buradan sonra İett Otobüsleri ile devam edecek, Vapora şimdilik binmeyeceğiz çünkü az sorna da temaşa eyleyeceğimiz gibi otobüsümüz körüklü geldi.
Ring hatlara pek körüklü verilmez ama geldi miydi de kemâli azametle gelir, üzerinde taşıdığı Şekerbank reklâmı gibi şekerdir.
Her neyse biz abonman biletlerimizi aldık ve kumbaraya birer birer attık bindik bir âlâmete gidiyoruz bakalım kim bilir nereye?


Otobüsle gitmek gelmek eğer yol tıkalı değilse harikadır, en azından içinde yaşanılan Şehr-İstanbul'u daha içten daha candan görülebilir.


Bir yandan bizi Vaporlar çağırsa bile biz körüklüyü bir defa bulmuşuz kolayca bırakmayız. Vapor sefamız da bir başka yazımızda olsun, her gün karşı kıyıya geçmeyeceğiz ya?
Körüklü biliyorsunuz az olduğu cihetle biraz seyrek geliyor, geldiğinde de kalabalığı götürüyor.
Zaten buradaki Eminönü resmi az önceki Sirkeci'ye çok yakın, üstelik buradaki durak sadece Topkapı ve Edirnekapı taraflarına giden hatların son durağı.


Biz öyle ya da böyle Köprüyü geçiyoruz, hem de De Hârfi'ne ihtiyaç işitmeden, çünkü D'ayı olmak sadece Boğaziçi Köprüsü için gerekli.
Belli mi olur akşama gerçekten D'ayı olup geçiveririz, yine de yummilenmeği sağlam yapmak zorundayız.


Köprüyü geçince Karayköy'e geldik, kısacık bir sâhil görüntüsünden vaporlara bakmağa çalışıyoruz ama hayret ki iskelede vapor yok.


Kabataş'a kadar otobüs neredeyse hiçbir durakta durmadan geçtiği için fazlama bir şey göremediğimizi söyleyebilirim, oysa hattımız ekspres değil, sanırım duraklarda yolcu alışverişi yoktu.
Eğer amacım Üsküdar'a geçmek olsaydı Eminönü'de de vapor vardı, hiç Kabataş'a kadar gelmek zorunda değilim, abonman biletime yazık olurdu.


Burası aslında gerçekten Dolmabahçe olan adından da anlaşılacağı üzere dolgu alan, belki de Boğaz'daki ilk doldurulan alan.
Bu dolgu alanın üzerinde yer alan Dolmabahçe Sarayı acı tatlı bir sürü anıya sahip de olsa Bindokuzyüzotuzsekiz yılının On Kasım sabahı Atamızın ebediyete intikâl ettiği yerdir.
Hani derler ya Kasım'da Aşk Başkadır, işte bizim için aşk değil ayrılığı simgeler.


Gerçi otobüsümüz buradaki geniş yola sapmadı, kıyıdan kıyıdan dümdüz devam etti, nereye gittiğini sormayın şimdiden çünkü ben de yazımın nereye geleceğini bilmiyorum.


Dediğim gibi bizler sahildeki Muallim Naci Caddesi'ni izleyerek yolumuza devam ediyoruz.


Burası bir zamanların sâkin semti ama günümüzün aşırı hareketli semtlerinden Ortaköy, iskelemizde Şirket-i Hayriye'den kalma son vaporumuz olan 68 baca numaralı Güzelhisar yanaşmış.
Çekildiği zamanlar henüz Ortaköy'deki hiçbir dükkân faal değildi, ne kumpir vardı ne de nargiliye, hiçbiri olmadığı cihetle Günlük Nargiliye Yummilenmek de imkânsızdı.


Burası da Kuruçeşme açıklarında bulunan Galatasaray Spor Kulübü'nün kullanımındaki ada. Yakın zamanlara kadar herkesin gıpta edip kıskandığı yer günümüzde mezbelelik hâlde olduğunu üzülerek belirtmek isterim.
Her ne kadar ben Fenerbahçeliysem de ezeli raakibimizin güzelliklerinin kötü ellerde olmasını içim hazmedemiyor, çünkü bu dünyada Galatasaray olmazsa Fenerbahçe de olmaz.


Kuruçeşme civarında bulunan bir zamanların Şirket-i Hayriye'sinin 76 baca numaralı Sarıyer adlı vaporu geçen zaman zarfında şeklini değiştirerek Paradise adlı yummilenme mekânı olduğu zamanlardan.


Burada görülen ise yine Şirket-i Hayriye'nin 73 baca numaralı Rumeli Kavağı vaporu seferden çıkarıldıktan sonra Hilton'un satın alması sayesinde şekil ve isim değiştirerek Şehrazat adını aldıktan sonra Kuruçeşme iskelesine bağlanmış vaziyette.


Arnavutköy iskelesinde Büyükdere Vaporu yanaşmak üzere sanırım, ama yolun darlığından olsa gerek otobüsümüzden insek bile yetişemeyiz biz.
Zaten hayat sadece üçbuçuk ile dört arasındadır, ya üçbuçuk atılır ya da dört dörtlük yaşanır.


Derken biz Bebek'e geldik ama öyle bir geldik ki habire geldik sanki.
Geldiğimiz zamanlar kıyı teknelerle daha yeni yeni işgâl edilmekteydi, şimdiki gibi yoğun olmasa bile deniz yavaş yavaş kapanmağa başlıyordu.


Bu daracık yol nedense her zaman tıkanır, bu kadar otomobil doldurulursa başka ne beklerdiniz siz?
Yine de uzun zaman boyunca Hisar'a kadar iyi gelebildik, tırmandık ve Rumeli Hisarı'yı gezmeğe koyulduk, içinde kendimizi kaybedeceğimiz kadar hem de.


Derken son olarak Emirgân'a kadar gelebildik, vakit de akşam oluverdi tabi.
Son durakta İett bardağıyla gummilenebilmeğe çalıştığımız kahveler bizlere bambaşka yolların kapısını aralayacak belki.


Mevsim artıkım Sonbahar olduğundan Emirgân Korusu fazlama canlı değil ama yine de güzel, belki Nisan gibi Lâle zamanlarını anlatırım, ama şimdiden söz veremem çünkü Nisan'a kadar yaşayacağımdan emin değilim ne yazık ki.


Dönüş yolumuz Şirket-i Hayriye'nin 68 baca numaralı efsahanei olan Güzelhisar vaporuyla karşılaşmak ne sözcük diyeceğim çünkü biniyoruz içine ve o güzel günlerinin anılarını anlatmağa başlıyor bizlere.
Kolay değil koskocaman bir yetmişbeş yıldır seferde ve nice güzel ve çirkin anıları mevcuttur kim bilebilir?


Vaporumuzdan inince güzel Üsküdarımızın sokaklarına caddelerine dalıp gidiyoruz hiç bilinmeyen yerlerine ama yürüyerek ama otobüsle.


Yeni bir Boğaziçi seferi yerine bu sefer yönümüzü Kadıköy istikâmetine çevirmek daha mantıklı olacak sanırım çünkü zaten yoğun trafik yüzünden çok zaman kaybettik.


Hemen oradan geçen bir Skoda markalı bir İett otobüsüne biniyoruz tek biletimizi atarak, 12 numara hiçbir zaman çift bilet olmadı tabi.
Esasına bakarsanız iki ilçe arasında yürümek de fena değildir ama esasında mesafe o kadar kısa değildir, en az bir saatinizi alacaktır.


Kadıköy'ün o yıllarda şöyle bir artısı vardı, ilçesi sağlam semti daha da sağlam.
Ancak benim sizleri götürmek istediğim semte giden otobüs aşağıdaki duraktan kalkıyor.


Aktarma yaparken fark ettik ki İett abonmanımız bitivermiş, o dönemde Akbil de yok tabi, mecburi olarak yeni abonman almak zorunda kaldık.


Yeniden bir başka İett otobüsüne biniyoruz ve bilin balakım nerelere yollanıveriyoruz?


Madem yollar yürümekle aşıl(a)mıyor, biz de adam gibi biletimizi atarız İett otobüsüne biner öyle aşarız.
Otobüsümüzün körüklü veya solo olmasının hiçbir farkı yok çünkü körüklünün gittiği semtlere sololar da gidebiliyorlar.


Bazen hayat öyle çok hızlı göz açıp kapatıncaya kadar çabucak geçer ki giden güzel günleri yakalamak imkânsızlaşıverir.
Resimde de görüldüğü üzere Selâmi Çeşme'de benzin mahâli günümüzde çok daha koruganlı bir yer oldu.


Bizler ise geçmişin Şaşkınbakkal'ına kadar gidebiliyoruz, çünkü akşam vakti sinemada filim izleyeceğiz.


O dönemlerde filmler bile insana güzel şeyler öğretirlerdi, şimdiki saçma sapan diziler gibi serserilik yoktu, o serserilik var olsa bile iyi adam tarafından bir şekilde yola getirilirdi.


Derken bizim de geri dönüş vaktimiz geldiği için hemen Suadiye Tren İstasyonuna gidiyoruz ve Haydarpaşa yönüne gelen ilk trene biniveriyoruz.
Yolda aklımıza bilet almadığımız aklımıza geliyor ve biletçi geldiğinde çaktırmadan trenden inmek zorunda kalıyoruz.


Mecbûri aktarma sonrası gecikilmiş bir saatta varabiliyoruz Haydarpaşa'ya çünkü o yıllarda Marmaray yok tabi, bütün nakliyat Vaporlarla sağlanmakta.


Haydarpaşa'ya geliyoruz ki Vaporumuza daha çok zaman olduğunu görüyoruz ve biletimizi almak için oldukça bol zamanımız olduğunu da fark ediyoruz.


Batmış balık her zaman yan yan gider çok az zaman düz gider, gecenin nemi düşerse gözlerimizin üstüne bize uyku uyumak da farz olur.


Madem ki Haydarpaşa'dan gelen Vapor Eminönü'ye gelmiyorsa ve Devletimin Elektrikli Banliyö Trenine binmek için İstanbul Garı'nın bulunduğu Sirkeci semtine gitmemiz gerekiyorsa gideriz olur biter.


Homumuza dönüş trenlerimizin üstlerine reklâmlar alınmağa başlanmış.


Biletlerimizi alıp reklâmlı trene biniyoruz ve Homumuza doğru uzun bir yolculuğa çıkıveriyoruz, ancak Devletimin Treninde uyuyup kalıyoruz ve gözlerimizi trenin son durağında açabiliyoruz.


Tabi bir de dönüş treninde uyumamak için şarkı türkü çığırıyoruz ama diğer yolcuları rahatsız ettiğimizi fark ederek çenemizi götümüze sokuyoruz.


İyi ki dönüş treninde uyumuyoruz ve çabucak Homumuza dönmeğe muvaffakiyet gösterebiliyoruz.


Homumuza girince de günün bütün yorgunluklarını hatırlayarak hemen uyku düzenine geçebilmeğe çalışıyoruz.
Başka bir yazı için resimler toplamamız gerekiyor.