Bu Blogda Ara

10 Haziran 2021

Vakko Kahve

 Yine söylüyorum ama gezi yummi yazımlarım bu sayfalarımda değil ama üç saat kadar önce yaşadığım Yirmibeş Türk Lirasılık kahveden sonra yine Zorlu Alışveriş Merkezi (Center Değil, çünkü ben Amerikalı değilim) içinde uzun zamandan beri bildiğim ama kâlitesinden fazlama ödün vermeden hizmete devam eden Vakkorama Cafè adlı mekânda birer Türk Kahvemsi yummilendik.


Aslına bakarsanız Vakko oldum olası pahalı bir mağazadır, ama ürünleri gerçekten kâlitelidir ve uzun zamanlı bir garanti sağlar sizlere, öz İstanbullu olan veya Anadolu'dan ya da Balkanlar'dan gelen ama İstanbul'u özümseyen herkes rahmetli Vitâli Hakko'nun mağazasının ürünlerinin gerçekten sağlam olduğunu ve sağlamlığının garantisi yüzünden pahalı olduğunu bilirler.
Günümüzden otuz yıl kadar önce gençliğe hitap eden Vakkorama mağazasını açtı, bir zaman sonra mağazada bir de kahve çay gibi ürünleri de satan bölümünü oluşturdu.
Ancak şunu da eklemeliyim ki Five O'clock'taki Yirmibeş Türk Lirasılık kahve de kahve, Vakkorama'daki Onaltı Türk Lirasılık kahve de aynı kahve olduğunu belirtmem gerek.
Üstelik kahvelerinizi yummilenirken duvardaki kalın veya ince kitaplara da göz atabiliyor veya okuyabiliyorsunuz, resmen bir kıraathane gibi yapmış.

Five O'clock Coffee

 Benim bu sayfalarda gezdiğim gördüğüm yerleri anlatmak kapsamımda pek yoktur ama bugün Türkiye Cümhûriyeti hududları dâhilinde yummilendiğim en pahalı Türk Kahvemsiyi tanıtacak ben sizlere.


Fincanı sadece ve sadece Yirmibeş Türk Lirasılık kahve böyle bir şey işte.
Nerede olduğunu merak edenler için Zorlu Alışveriş Merkezi içerisinde bulunan Five O'clock adlı nispeten güzel bir mekân burası Cnmcm.


İngiliz milletinin anlamı "Saat Beş Çayı" olan bir meşhur "Five O'clock Tea" faslı vardır, kral veya kraliçe fark etmeksizin tahtta kim olursa olsun kendileri de günün 17:00 saatinde Çay içmemezlik etmezler, ama onların içtikleri çay bizim Çaykur Rize çayı değildir, Sri Lanka'dan getirttikleri çaydır çünkü İngiltere'de çay çok fazla yetişmez.

08 Haziran 2021

Kahve Dünyası Masa Yummi

Bunca zamandan beridir kahve içerim ama şu güzel yer kadar zevk verenini pek görmedim.
Burası hem tarihi bir bina hem de koskoca İstanbul'da sevdiğim en güzel yürüme yolu olan Cadde-i Bağdad üzerinde bulunmakta.
Aslında konu yummilenmek ve gezinmek olunca pek burada yazmaz ben ama uzun zaman sonra ilk kez oturarak Günlük Kahve Yummilenecek ben.
Ne de olsa padişah efendi hazretlerimizin buyurdukları bir irade var artık.


İki ay kadar önce yine padişah efendi hazretlerimizin buyurdukları irade mucibince dükkânlar yeniden paket servise ve al götür düzenine girince karton bardaklar sayesinde güzelim Türk Kahvelerimsi tadlarında bir değişiklik vukua avdet eylemişti.


İşte böylelikle Kahve Dünyası'nda da oturma mevsimi yeniden açılmış bulunmaktadır.
Çünkü ne de olsa dünya güzeldir ve etrafımızda döner, hayatın gerçek kapısı ve hepimizin de ortak noktası Kahve Dünyası'dır.
Ayrıca Kahve Dünyası Mobil Uygulaması olanlara Türk Kahvemsi yanında bir top Dondurma sadece İki Türk Lirasıcık ki bir bakıma beleşe geliyor sayılmakta, çünkü Dondurmanın topu Altı Türk Lirası kadar.

Deniz Salya Sümük Kusuyor

 Son zamanlarda oldukça sıkıntılı günler geçiriyoruz sevgili okuyucularım.
Üstelik hem sıkıntılı hem de zor günler.
Tüm bu yaşadığımız zor günlerin üzerine tuz biber eken salya sümük hadisesi mevzusunda ben de bugün bazı resimlerle katkıda bulunmak istiyorum.


Son zamanlarda İnokta Basında çıkan bizim deyimimizle Salya onların deyimiyle Müsilâj hakkında.
Suadiye kıyılarında dolanmaktayız, bir baktım ki deniz essahtan iyice kirlenmiş.
Aldım kameramı elime ve gördüğünüz sahneleri çektim.


Sahilin özellikle sığ kesimlerinde salya sümük çok daha belirgin şekilde ortaya çıkmakta.
Hani diyeceğim ki Marmara Denizi artık bizlerin baskı altında yaşamasından dolayı bunalıma girmiş de bunca yıldan beridir içine attıklarını kusmuş.
Nasıl ki insanların bazen midelerindeki besinleri sindiremeği beceremeyip kustukları gibi.


Hayatlarımızın önemli bir bölümü son birbuçuk yıl içinde çalındığı ve imdı da aşı için baskı yiyoruz ya, aslında Marmara Denizi bu tepkiyi vermekte çok ama çok geç kaldı.
Keşke birkaç yıl önce bu tepkiyi verseydi de hazır sokağa çıkma yasakları biraz gevşetilmekteyken biraz deniz girebilseydik.


 Bu yıl Marmara'da deniz girmek yok, çünkü bu kadar salya ve sümük kusmaktayken ne denize girilir ne de balık yummilenilir.
Eklediğim yüksek megabaytlı videoyu izlerseniz bana hakkımı vereceksinizdir.


Yine de az önce bahsettiğim İnokta Basının yazdığına göre sadece Marmara değil diğer denizlerimizin de vaziyet-i umumiyesi pek hayra âlâmet değil.
Peki biz deniz girmek için yurt dışına mı çıkmak zorundayız?
Yurt dışına çıkabilmek için aşı olmak zorunluluğu koydular bizlere küresel kapitâlist güçler.
Birkaç yıl öncesine kadar Koli Basili kaynayan Marmara Denizi kıyılarını pilâca çevirenler yine bizler değil miydik?
Türküz biz, nasıl ki bir zamanlar terlikle tank durdurduysak ne korona morona ne de salya sümük bize bir şey yapabilir.

06 Haziran 2021

Çakmak

 Köyün birine eski zamanda bir çakmak getirmişler.
Çakmak o kadar kıymetliymiş ki sağı solu yakmaması ve yanlış işlerde kullanmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş. Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermişler.
"İhtiyaç duydukça alır ateşimizi yakarız" demişler.
Muhtar çakmağı alınca ateşin sahibi olarak hâliyle giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar yağcılar toplanmağa başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibiri de büyümüş.
Etrafından daha çok saygı daha çok korku beklemeğe başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmağa başlamış, kiminin evini kiminin de tarlasını yakmış.
Tarlalar sürülemez evler de yaşanamaz hâle gelmiş. Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmağa bile başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçicilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken bizim muhtarın köyü giderek gerilemiş.


Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş.
Oradaki zenginliği bağı bahçeyi görünce sormuş tabi:
"Sizde çakmak yok mu?"
Köylüler "Var" demişler.
"Peki sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı? Bizim köyde her şey tar-u mar oldu."
Köylüler ne olduğunu hemen anlamışlar:
"Yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz?"
"Evet, muhtara verdik."
"Eyvah! Büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?"
"Siz öyle yapmadınız mı?"
Köylüler başlamışlar anlatmağa:
"Hayır biz öyle yapmadık. Biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini de bir başkasına verdik. Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmağa kalksa ötekiler izin vermiyor."
Bizim misafir köylüyü almış bir düşünce:
"Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız."

Topraklı Sac

 Bir zamanlar Anadolu'nun bağrındaki köylerde kasabalarda ve şehirlerde odun ateşinde pişirilen yufka katmer ve bazlama çörek yapımında sacayağı üzerine ters kapanmış saclar kullanılırdı.
Geçmiş yıllarda ev ahâlisi kalabalık olduğundan ekmek ihtiyacını karşılayabilmek için iki veya üç günde bir ekmek teknelerinde hamurlar yoğrulur, ocaklarda ateşler yakılıp üzerlerine saclar yerleştirilirdi.
Sacların altı kırmızı beyaz görünen bir toprakla kaplanırdı ki kuvvetli ateş üzerinde kızaran saca temas eden yufkanın hızlıca kavrulması ve yanması önlensin.
Sacın altına yapıştırılmış bu karışım fırınlardaki tuğlanın görevini görür, sıcaklığı uzun süre koruduğu gibi sacın ısı dengesini de sağlardı.
Sıvama işleminde genellikle pekmeze katılan beyaz toprak ve kuvvetli yapışkan özelliği olan Karacasu seramikciliğinde de kullanılan kızıl toprak karışımı kullanılırdı.


Daha eski yıllarda hayvan sırtındaki tahta kasalar içinde sac toprağı getiren satıcılar olurmuş. Topraklar elenip karıştırılarak çamur hâline getirdikten sonra sacın altına el ile sıvanırmış. 
Satmak için muhtemelen kırmızı kerne toprağı ile beyaz kireçli Dandalas toprağı getiriyorlardı ki karışım saca daha iyi yapışıp dökülmeyi geciktiriyordu.
Satıcıların getirdiği toprakları bulamayanlar bahçe toprağı ile elde ettikleri bolca bulunan külü karıştırıp sacın altına iki üç santimetre kalınlığında sıvarlardı.
Bazen sacın altındaki toprağın döküldüğü olur, parçalanmış kırmızı beyaz bir görüntü ortaya çıkardı.
Sıvanmış saclarda ağır ağır pişen yufkalar kıstırmalar çörekler katmerler ortalığı misler gibi kokutur, o hoş rayiha dalga dalga bütün mahâlleye yayılırdı.