Bu Blogda Ara

Sayfalar

10 Nisan 2021

Kayserili İle Yehudi

 Bir tarihte Kayseri'ye Moiz adında bir Yahudi gelmiş. Ticaret yapmak için Kapalıçarşı'da bir dükkân tutmuş. Mekân komşularına sormuş:
"Bu çarşıda en çok kimden çekinmeliyim?"
Komşular da birkaç dükkân ötesini göstermişler:
"Bak orada bir Ahmet Ağa var, onun yanına desturla yanaş," demişler.


Bunun üzerine Moiz gitmiş Ahmet Ağanın yanına. Dükkân bomboş:
"Ne iş yaparsın Ahmet Ağa?"
"Her şeyi alıp satarım."
"Nasıl yani? O da ne demek?"
"Mesela kabul edersen senin dişlerini satın alırım."
"Hiç Olur mu öyle şey?"
"Neden olmasın? Dişlerine on altın veririm. Ömrünün sonuna kadar ağzında kalsın, öldükten sonra benim olsun."
Moiz içinden "Bu saf adama mı kurnaz diyorlar?" diye gülmüş:
"Kabul ediyorum ver on altını" demiş.


Aradan birkaç gün geçmiş. Ahmet Ağa yanında ikiüç kişiyle Moiz'in dükkânına gelmiş:
"Dişlerine müşteri çıktı malı görmek istiyorlar aç ağzını."
"Hani dişlerim ölünceye kadar benimdi?" diye kızmış bizim Moiz.
Ahmet Ağa da "Canım ölümünden sonra teslim etmek üzere satacağım," demiş.
Müşteriler bizim Moiz'in dişlerine oniki altın vermişler ama Ahmet Ağa az bulup reddetmiş.


Ertesi gün Ahmet Ağa bir başka müşteri grubuyla yine Moiz'in dükkânına damlamış. Yine dişleri muayene, yine pazarlık, bu seferki müşteriler onbeş altına çıkmış, Ahmet Ağa yine reddetmiş.
Üçüncü gün başka müşteri, dördüncü gün başkası, beşinci gün falan filân feşmekân derken en sonunda Moiz patlamış:
"Beni hayvan pazarında dişleri kontrol edilen eşek durumuna düşürdün. Al şu on altınını."
Ahmet Ağa gülmüş:
"Olur mu? Bu dişler yirmi altını gördü, Otuzdan aşağısına geri vermem."


Moiz çaresiz her gün ağzını kontrol ettirmektense otuz altın vermeği tercih etmiş. Ahmet Ağa gülmüş: "Gördün mü? Ben sana her şeyi alıp satarım dediğimde inanmamıştın."


İşbu hikâye-i şerifin kıssadan hissesi aşağıdaki gibidir:
Demek ki bir Moiz'den değil bir Kayserili Ahmet Ağa'dan çekinmek gerekiyormuş.
Çünkü bu dünyada bir Yehudi'yi bile kazıklayabilen şahıslar Türkiye'den çıkarmış.
Sözün daha özü:
Bir Türk Dünyaya Bedeldir.
Allah-u Te'âlâ'ya nonilyonlar kere şükür ki Türk'üm doğruyum çalışkanım. Yasam küçüklerimi korumak büyüklerimi saymak yurdumu milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm yükselmek ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk:
Açtığın yolda kurduğun ülküde gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime and içerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene.

06 Nisan 2021

Çikolata Neden Beyazlaşır

Beni bilirsiniz, kahve kadar çikolataya da hastayımdır.
Devamlı araştırdığım için bugün çikolataların yüzeyinde gördüğümüz ve bozulduğunu düşünmemize sebep olan beyazlamaların neden kaynaklandığını öğrendi ben.


Çikolatadaki beyazlıklar yağ çiçeklenmesi adı verilen içeriğindeki kakao ve kimi yağların yüzeye çıkıp kristâlleşmesi olayıdır. Sonuçları Applied Materials & Interfaces dergisinde yayınlanan bir çalışmada araştırmacılar çikolatadaki bu yağın açığa çıkmasının sebebinin kâpiler etki olduğunu tespit etmişler.
Aynı araştırmacılar çikolatanın ana maddeleri olan kakao şeker süt ve kakao yağını toz halinde bir araya getirdikten sonra kristâl yapılarını yüksek enerjili röntgen ışınları altında birkaç nanometrelik ölçekle incelemişler.


Toz örneklerinin içine birkaç damla ayçiçek yağı damlatılıyor, biraz zaman geçtikten sonra yağ çikolatayı yumuşatarak hareketini kolaylaştırıyor ve sıvı yağ bu şekilde gözeneklerden yukarı doğru hareket ediyor, bu yağlar da soğukla karşılaşınca kâpiler etki sonucunda beyazlıyor.
Tüm bunlara rağmen beyazlamağa başlamış çikolata bozuk değildir ama tadı biraz değişik gelebilir, genellikle de saklama koşullarından vukua avdet eyler.
Uzun lâf-ı güzafın kısası eğer çikolatanız beyazlaşsın istemiyorsanız ne eriyecek kadar sıcak ne beyazlayacak kadar soğuk bir sıcaklık olan onsekiz derece civarında saklayın.

Kayık

 Tüm deniz kentleri gibi İstanbul ve Kadıköy’de de tarih boyunca ulaşım ve taşımacılıkta kayıkların önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Ulaşımı sağlamak ve zaruri ihtiyaçlara erişmekte bir aracı olmak dışında, Moda Kalamış Fenerbahçe Caddebostan Suadiye sahillerinde ve Kurbağalıdere’de sosyal hayatın değişmez bir parçası olan kayıklar ayrıca kürek sporuyla Kadıköy’ün spor tarihinde de önemli bir yer tutuyor.


Hem Bizans hem Osmanlı döneminin gözde sayfiye yeri olan Kadıköy sahillerine İstanbul’dan vapurla ulaşım sağlanmağa başlanana dek kayıklar tek ulaşım aracıdır. Altıncı yüzyılda Fenerbahçe’de imparatoriçe Teodora’ya mahsus inşa edilen saraya imparatoriçe ve avanesinin İstanbul’dan süslü saray kayıklarıyla gelmesi gibi, İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı hanedan mensupları da Fenerbahçe’deki padişaha mahsus bahçe ve yazlık kasıra, Hasanpaşa’nın üst tarafındaki Beşinci Murat av köşküne ve Haydarpaşa çayırında tertip edilen düğün ve benzeri eğlencelere gelmek için kayıkları kullanırlardı.


Kürekçileri ve dümeninde bostancıbaşısıyla Kadıköy sahillerine de yıllar boyu yanaşan bu saltanat kayıkları yabancı gezginlerin anlatımlarında önemli yer tutuyor. Bugün bir örneğini Deniz Müzesi’nde diğerlerini gravürlerde gördüğümüz saltanat kayıkları önceleri Ahırkapı’dan Ondokuzuncu Yüzyılın ikinci yarısından itibaren de Dolmabahçe’den Fenerbahçe’ye ve Haydarpaşa’ya defalarca gelip gitmişlerdi.


Vaporların çalışmağa başladığı dönemde dahi üst düzey saray görevlileri Kadıköy ve Üsküdar’a geçmek için vaporu değil kendilerine tahsis edilen kayıkları kullanmağa devam ederdi. Örneğin yüzonikinci şeyh-ül islâm Turşucuzade Ahmet Muhtar Efendi’nin İdare-i Mahsusa’nın Fevaid adlı vapuruna binerek Kadıköy’e geçmesi makamının şan ve şerefini bilmeyip halk arasına karışmak küçüklüğünü gösterdiğinden görevinden alınma sebebi olmuştu.

Kabak Çekirdeği

 Son zamanlarda birkaç aydan beridir fena hâlde Cennet Mahâllesi'ne sarmış vaziyette ben.
Günde bir zaman izlemezsem çatlıyorum, ama dizinin ana kahramanı Pembe Erdağı Ablamız neredeyse en başından beri sürekli Kabak Çekirdeği çitliyor, üstelik çitlemekle de kalmayarak kabuklarını tükürüyor. Bazı sahnelerde ailesine de aşıladı bu tutkusunu ama biz konumuzdan dışarı çıkmayalım Cnmcm.
Ben de araştırmağa başladım ki ne varmış Kabak Çekirdeğinde ve ahanda işbu mâlumatfuruşu buldum:


Kabak Çekirdeği adlı kuruyemişimiz B vitamini, E vitamini, K vitamini, omega üç, omega altı, manganez, magnezyum, demir, bakır, E vitamini ve çinkodan yana zengindir.
Kabak çekirdeğinin protein içeriği bedene dışardan alınması şart olan fenilalanin, triptofan, metiyonin gibi temel esansiyel amino asitler açısından çok zengindir.
Triptofan, noreadrenalin, serotonin ve GABA gibi beyin biyokimyasal düzeninde düzenleyicilerin ön maddesidir.
Noradrenalin eksikliği dikkât dağınıklığına neden olur. Serotonin eksikliği anksiyete, kaygı hâli, bunalıma ve depresyona neden olur.
Kabak çekirdeğinin zengin olduğu amino asitlerden biri de arginindir. Arginin C vitamini ve folik asit gibi nitrik oksit sentezini doğal yoldan artırır. Nitrit oksit genel olarak damar sağlığı için çok gereklidir.
Kabak çekirdeği içeriğinde doymamış yağ oranı yüksektir ve kandaki yağları azaltır.
Kabak çekirdeği içerdiği fitosterin ile kolesterolü azaltır, prostat büyümesine faydalıdır.
Yarım bardak kabak çekirdeği günlük magnezyum ihtiyacının yüzde kırkaltısını demirin yüzde yirmisekizini, manganezin yüzde ellikisini, çinkonun yüzde onyedisini ve proteinin yüzde onyedisini karşılar.
Bir bardak kabak çekirdeğinde onaltı miligram kadar çinko bulunur. Kabak çekirdeği alanin, glisin ve glutamik asit gibi amino asitler bakımından da zengindir.
Bazı B vitaminlerini içerdiği gibi kemik sağlığı ve kan pıhtılaşması için ihtiyaç olan K vitaminini önemli bir miktarda da içermektedir.
Arginin kâlp ve damar sağlığı, fazladan yağların depolanmasının azaltılması, beyindeki aktivitelerin hızlandırılması, üreme organlarının sağlığı, yaraların çabuk iyileşmesi için gereklidir.
Ayrıca kabak çekirdeği çok etkili bir antidepresandır.


Demek ki dizi yazarları da az değillermiş ki Pembe Abla'ya boşuna Kabak Çekirdeği sahneleri yazmamışlar.
O hâlde kış akşamlarında fırsat buldukça bol bolca çekirdek çitleyelim.

05 Nisan 2021

Nisan Havası

 Geçen ay mâlum-u âliniz Mart-ı Şerifti, her yıl kapıdan baktırırdı ve kazma kürek yaktırırdı, birkaç gün önce gerimizde bıraktık.
Arkasından gelen ise Nisan-ı Şerif Ayı ki Nisan'ın da Mart'tan aşağı kalır yanı bulunmamakta çünkü hava durumu bakımından her ne kadar biraz sıcaklaşmağa başlasa dâhi yine de dengesi namevcut bir gelişim göstermekte.


Her gün değişen hava durumu bir haftanın içinde artıkım dört değil yedi değişik mevsimi yaşatabilecek derecededir.
Bir de Terazi Burcu için dengesiz olduğunu iddia ederler, oysa Nisan-ı Şerif Ayı benim de olmaktan gurur işittiğim Terazi Burcu'dan daha da fazla denge yoksunudur.
Ancak yine de havalar artıkım ısınmağa başlamakta olduğunu da belirtmeli ben.

04 Nisan 2021

Korona Sayesinde Bilinçleniyoruz

 Madem kocaman şirket işleri bir yemek masasına ve bir dizüstü bilgisayara hâttâ bir cep telefonuna bile sığabiliyormuşsa neden dikmişiz onca plazayı?
Bir eşofman ve bir terlikle de geçebiliyorken hayat, gardıroplara ve giyinme odalarına ne gerek varmış?
İş toplantıları video konferansla, alışverişler sanal marketlerle, eğitim ise uzaktan yapılabiliyormuş da neden işe okula alışverişe yetişmek için onca trafik çilesini çekmişiz, niye tonla egzoz dumanını yutmuşuz?


Otomobilsiz de yaşanabilirken o kadar parayı neden garajlara kaldırımlara yığmış, yakıta vergiye bakıma onca masraf etmiş, trafik kazalarına savaşlardan daha çok kurban vermişiz?
Madem hayat bir göz odaya sığıyormuş da neden dünyayı talan etmişiz?
Madem "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"ymiş de neden hırslarımızın emrinde birbirimizin boğazına çökmüşüz?


Meğer sırtımızda atılacak ne çok safra taşırmışız da haberimiz yokmuş.
İçinden araba geçecek kadar büyük petrol borularına değil, bir makinenin hava pompaladığı küçücük plastik boruya muhtaçmışız oysa.
Meğer nefsimizin uğruna nefesimizden vazgeçermişiz.