Bu Blogda Ara

13 Kasım 2014

İstanbul İçin Bıcı Bıcı Taym

Biraz önce on günden beri bizi yalnız bırakmaktan hiç çekinmeyen güneş gidip yerine sağanak yağmuru gönderdi.


Evet belki hava aydınlık ama güneşin olmaması ısınmamıza ve gün ışığından daha fazla yararlanmamızı sağlayacak mekanizmamız yok.


Kasvet sürekli üstümüzde, ne yapalım ki kış geldi sayılır, her ne kadar gün dönümüne bir aydan fazla zaman olmasına rağmen.


Artık yağmur yerine bıcıbıcı demek daha doğru, çünkü on gündür kanlı güneşten toza bulanmıştı İstanbul.


Müsadenizle biraz yıkansın.
Gerçi her ne kadar İstanbul'un pislikleri yağmurla temizlenmez ama benimkisi de bir umut işte.

İkarus : Bir İstanbul Klâsiği

Hayatta bazı nesne-i şerifler mevcuddur, lâkin bazı zamanlar zarfında gereken önemlerinin haklarını ve itibarlarını koruyamadığımız ama zamanı geçip de kendileri namevcud olduklarında değerlerini anladığımız.
Onlarla çok yakınızdır aslında ama önemsemeyiz çoğu zaman. Haksız da sayılmayız, çünkü telefon ve bilgisayar çağında yaşıyoruz, artık herkesin telefonu var ve herkes de maşallah sabahlara kadar What's Up'ta sürekli onlin, yani çevrimiçi.


Bunların olmadığı bir dünyada yaşamasını şimdiki nesil hayal bile edemez kesin.
Ama bunların haricinde bazı başka şeyler de var, adları defter kâlem sandalye masa metro ve otobüs gibi.
Bu yazımızın konusu ise otobüs, ama bahsedeceğimiz otobüs bir Türkiye ve İstanbul gerçeği olan İkarus.


Size öncelikle genel açıdan bahsedeyim.
Her ne kadar herkes bu araçları kötülüyor da olsa özellikle 1979 yılına kadar yaşanmış olan ulaşımdaki sıkıntı yüzünden İstanbul (o zaman Büyükşehir değildi) Belediye Reisi Aytekin Kotil zamanında Macaristan'ın İkarus firmasından 390 adet solo, 160 adet de körüklü otobüs satın alınmasına karar verildi.
Ama bu otobüslerin 50 körüklü ve 35 solosunun Ankara Elektrik Gaz Otobüs İdaresi'ne, 50 solonun da Adana Belediyesi'ne zamanın bakanlar kurulu kararı yüzünden gönderildi.
Bir yıl sonra da körüklü ve dört kapılı modellerinden 80 adet daha alınmasına ve açığın bu yolla kapatılmasına karar verildi.


İlk olarak 8 Ekim 1979 günü 30 adet körüklü geldi İstanbul'a.
Hemen 1600 - 1629 arasında numaralandırılıp servise verildiler.
O günden sonra da İkarus maceralarımız başlamıştı.


O zamanlar yeni alınan bu körüklü araçlar uzun oldukları kadar İett'nin toplu alımla sahip olduğu ilk üç kapılı araçlardı. Ön vagonda iki, arka vagonun arkasında da bir kapısı vardı. Altı ay içinde bu 110 adet körüklüler filoya dahil edilip 1600 - 1709 arası numaralandırıldılar.


Daha sonra bakanlar kurulu bir jest yapıp aldığı otobüslerin yerine 80 adet yenilerini körüklü olarak iade etti, bunlar da 1980 yılının sonlarında dört kapılı olarak filoya katıldılar ve 1710 - 1789 arasında numaralandırıldılar.
Sonradan bu dört kapılılar Anadolu Yakasına bağlandılar.


Sololar ise 1901 - 2205 arasında numaralandırıldılar.
Bu gelen İkarus 260 Solo ve 280 Körüklü otobüslerin tamamı günümüzde Cevahir Alış Veriş Merkezinin bulunduğu alan olan Şişli ve Levend Dördüncü Kısımın arkasındaki arazide bulunan Levend Garajlarına bağlıydılar. Anadolu Yakasında da çalışan körüklüler her sabah ve akşamları Boğaziçi Köprüsünü geçerdi.
Daha sonraları 2101 - 2205 arasındakiler Anadolu Yakasına aktarıldılar.


Bu otobüslerin ön kapılarında da "Duracak" düğmesi vardı ve üstelik de çalışırdı. Bazı yolcular inmek için bu düğmeye de basarlardı. Tabi şoför de sürekli basan yolcuları azarlardı.
"Basmasana kardeşim o düğmeye, ön kapıdan inilmez, orta kapıya ilerle."
Yolcular da buna cevap verirlerdi:
"Madem inilmiyor ne bok yemeye koydunuz bu düğmeyi buraya?"
Bir zaman sonra ön kapılardaki bu düğmeler kabloları sökülerek iptâl edildiler.


Körüklüler sololardan önce geldiler ve ilk olarak 34 (Beşiktaş - Edirnekapı) hattında çalışmaya başladılar.
Herkes de yeni oldukları için körüklüye binmek isterdi. Genelde en arkada durulur ve dönemeçlerden dönerken arka koltuktan ön dış cephesine bakılırdı şoförü görmek için.
Ayrıca kapalı körük kısmında bulunan yarımay gibi metâllere oturup da seyahât etmek de vardı modada.
Özellikle keskin dönemeçlerde bir tarafın olabildiğince açılması ve diğer tarafın da sıkışması seyretmek çok ilginç gelmişti.
İlk acemi yolcular körüklülerin olağanüstü manevra yeteneklerini pek özümseyemediklerinden orta bağlantı yerlerindeki yuvarlağın üzerinde giderlerken sağa sola savrulurlar veya birbirlerinin üzerlerine kapaklanırlardı.


Körüklülerin geldikleri ilk yıllarda İett şoförlerinin kalabalıkta otobüsün ön tarafında yığılıp kalan ve ta o zamanlardan günümüze kadar gelen alışkanlık olan arkaya ilerlemeyen yolculara hitaben yarı alaylı olarak söylediği "Beyler bu otobüsün arka vagonu da -Ortaköy'e- gider, lütfen arkalara doğru ilerleyelim" sözü en güzel buluştu, bu lâfı hangi şoför bulduysa helâl olsun.


İşin en ilginç tarafı da o güne kadar körüklü otobüs görmemiş saf yolcuların yakınlarının kandırmaları yüzünden son durağa gelip indiklerinde otobüsü uzun uzun seyrettikleri olurdu.
Hani araç körüklü ya, bakalım son durakta boşalınca otobüs körük kısmından çekip kısalacak mı?


Ama bir gerçek vardı ki bu araçlar biraz çürüktü, sürekli yollarda arıza yaparlardı ne yazık ki =(((
Ben bile çocukken Sarıyer'e giderken zaten otobüs çok seyrek gelirdi Eminönü'ye ve yolda hep arıza yapardı.
İşin tuhafı arıza yapan otobüs de sürekli aynı otobüs olurdu, 1615 numaralı. Tesadüf mü?