Bu Blogda Ara

01 Ağustos 2024

Oradan Buradan Birazcık İstanbul

Bağzı zamanlar Şehr-İstanbul'un geçmişinde kalmış resimlerinden paylaşmak siz okuyucu kitlesini bilmeyiz ama Biz Üç Muz'un ziyadesiyle hoşuna gitmek var.


Bugün gezebilmek için dün ve önceki gün oldukça zor bir "Temizlik Günü" ifa eyledik Homelerimizde ki bütün akşam pestillerimiz vücûdlarımızdan dışarı çıktı.


Yolculuk sırasında giyeceğimiz kıyafetlerimizi Arçelik Merdahaneli Çamaşır Makinasıyla yıkadık, tabi banyoda başlayan yıkama işlemi salonda sona erdi çünkü makinemiz yıkarken Homumuzun içinde bolcanam geziyor.
Eklemeden geçemeyeceğim ki merdahanelinin yıkadığı efsahane çamaşırları günümüzün en gelişmiş öamaşır majinesi arsla merdahaneli kadar yıkayamaz.



Tabi yıkamadan önce bazı küçük söküklerimizi "Her Genç Kızın Rüyası Zetina Dikiş Makinası"mızla dikmeği isterdik ama mâlesef dikiş mâkinemizin markası Zetina değil Ayyıldız markalı ve tabi ji Türk malı.
Ne de olsa Biz Üç Muz'un okula gittiği zamanlarda "Tutum Yatırım Ve Türk Malları Haftası"nı canlı ve ilikleimize kadar yaşamış bir nesiliz, yeni nesil gibi "Embesil Nesil" değiliz çok şükür.
Yerli Malı Yurdumun Malı Herkes Onu Kullanmalı.


Bu kadar dikiş ve çamaşır tantanasından sonra ıslanan yerlerimizi "Simtel Süper Islak Kuru" Elektrik Süpürgesiyle temizleyebilmeğe muvaffak olduk.


Sabah olunca da yataklarımızdan kalktık ve Devletimin Tekerlekleri Bedavaya Dönmeyen Elektrikli Banliyö Treninin durduğu bir istasyona doğru Homemizden çıktık.


İstasyona gelince her dürüst Türk vatandaşının yaptığı gibi kişeden biletlerimizi alıp yolculuk ücretini ödeyerek başka dürüst vatandaşların haklarına tecâvüz etmeden Biz Üç Muz'u Şehr-İstanbul'a götürecek olan bir sonraki Devletimin Tekerlekleri Bedavaya Dönmeyen Elektrikli Banliyö Trenimizi beklemeğe başladık.


Neyse ki tekerlekleri bedavaya dönmeyen Devletimin Elektrikli Treni hem diğer yolcuları hem de Biz Üç Muz'u fazlama bekletmeden geliverdi, ne kadar güzel ki hemen bineceğiz ve çabucak Şehr-İstanbul'da olacağız.


Netekim birkaç dakika sonra Biz Üç Muz'u taşıyan Elektrikli Tren çatır çutur Şehr-İstanbul'un Yedikule tarafındaki surlarından içeri giriyor ve Yedikule'deki istasyonda duruyor.


Daha sonra Kumkapu'da bir başka tren karşımıza çıkıyor, özgün kırmızı renkli tombul yanaklı elma dudaklısından hem de.


Ancak güzergâhtaki istasyonlarda beklemelerinden olacak ki Biz Üç Muz arslinda Devletimin Tekerlekleri Bedavaya Dönmeyen Elektrikli Banliyö Treninden bir an önce inerek Eyyam-ı Bahur günlerinde kendimizi bir Şehir Hatları Vaporuna bindirmeğe can atıyoruz.


Tabi bu esnada Devletimin Tekerlekleri Bedavaya Dönmeyen Elektrikli Banliyö Treninden inince İstanbul Garının çıkış kapusundan çıkarken bilet toplayıcılara biletimizi vermezsek kallâvi bir ceza ödemek zorunluluğumuz olduğu cihetle dürüst yolcu olduğumuzu ispat edebilmeğe çalışıyoruz.


İstasyonun çıkışında biletlerimizi ibraz edip sokağa çıktığımızda karşımıza deneme maksatlı filo kodu olmayan bir adet 34 G 060 plâkalı İkarus Z80 modeli körüklü otobüs çıkıyor ama son durağı Eminönü olduğu için binmiyoruz tabi ki, çünkü bir durak için bir bilet feda edilmez, otobüs binildi miydi şöyle en az Üçbin Metre yol gidilmeli ki attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değsin denilir.


Biz ise Tcdd'nin en yaşlı lokomotifi olan son zamanlarını Adana'da geçiren 1871 model Karaaslan lâkaplı Krupp markalı lokomotifin önünde Vaporumuzun hareket saatine kadar zaman geçirebilmeğe çalışıyoruz.


Bu belge de İstanbul Garının simgeleşmiş lokomotifinin emeklilik haberi ve pilâketi olmak var, çünkü zamanında Hürriyet gazetesine çıkmış.


Bizim bugünkü gezimizin payına Şirket-i Hayriye'den kalma 59 numaralı Kamer vaporumuz düştü, bakalım nerelere gideceğiz ve nelerle karşılaşacağız?
Tabi aynen Devletimin Tekerlekleri Bedavaya Dönmeyen Elektrikli Banliyö Trenlerimizde olduğu gibi Devletimin Pervahaneleri Bedavaya Dönmeyen Vaporlarına da binebilmek için Bilet adı verilen bir karton parçasını ücretini ödeyerek dürüst vatandaşlar gibi biniyoruz.


İlk olarak vaporumuz Beşiktaş iskelesine geliyor, orada da Şirket-i Hayriye'nin 52 baca numaralı Şihap vaporu iskelenin yan tarafında beklemeteydi.


Biz hareket ettikten sonra Şirket-i Hayriye'den Akay'a geçerken 69 numarasını kaybeden ve Hüseyin Haki olan ism-i şerifi Göztepe olarak değişen ve geri geldiğinde en azından kurtarabilmesini istediğimiz ama Şirket-i Hayriye'nin fiilen mevcut olmadığı cihetle Türkiye Denizcilik İşletmelerinin yeni vaporlara numara vermemesi yüzünden geri de alamayan Göztepe vaporumuz yanaşıverdi.


Sıradaki iskelemiz olan Ortaköy'e geldiğimizde Şirket-i Hayriye'den son seferde kalan 68 baca numaralı efsahanevi Güzelhisar vaporumuz yanaşmış ve sefer saatini bekliyordu.
Güzelhisar'ın hayatı ne yazık ki çok acı şekilde bitmiştir, ıskat olduktan sonra yıllar boyunca müze mi gezi mi yoksa çay bahçesi mi yapmalı diye tartışmalar çok uzamıştı, sonunda Koç Müzesi aldı, Tuzla'daki tershanesine götürdü, ama orada sadece "Otuzbeşmlyar Türk Lirasıcık" gibi komik bir paraya hurdacılara satıldı.


İşin ilgi çekici tarafı ise Güzelhisar vaporumuz Lloyd ve Marine Traffic kayıtlarında hâlâ mevcut görünmektedir.
Buradaki resm-i şerif bir parentezdi, bir gün anlatırız konuyu.


Sıradaki iskelemiz olan Arnavutköy'e gelince bu sefer Şirket-i Hayriye'nin 64 baca numaralı Küçüksu vaporumuz iskelede sefer saatini bekliyordu.
Bahsedilen zaman Boğaz hattında seferlerin azaltılmağa başlandığı yıllar, gerçi hâlâ Vapor gidip geliyor ama o ilk şatafatlı yıllar gerilerde kalmağa başlamış.
Sırf bu yüzden her bir iskelede başkaca bir vapor seferinin saatini bekliyordu.


Ancak bir sonraki iskelemiz olan Bebek'e geldiğimizde vaziyet-i umumiye biraz değişiklik gösterdi çünkü boştu.
Bizim içinde bulunduğumuz Vaporumuz buradan sonra Anadolu Yakasına geçecek.


Eski norminâl şerait olsaydı Biz Üç Muz'un bu gördüğünüz yer olan Anadolu Hisarı'da inmemiz gerekmekteydi, çünkü Boğaz tarafında Anadolu Hisarı bir Kıt'a'ydı  bir zamanlar, yani vaporla Galata Köprüsü ve Beşiktaş ve Üsküdar'dan binildiğinde Rumeli Hisarı ve Anadolu Hisarı sonrasındaki skelelere gidebilmek için Yirmibeş Kuruş daha lâzımdı.
Bu sefer şartlar değişti, Kıt'a'yı Kanlıca ve Emirgân'a taşıdılar.


Kanlıca'ya geldiğimizde iskelede Şirket-i Hayriye'nin 63 baca numaralı Sütlüce vaporumuz vardı ama biz geldiğimizde Beykoz yönüne doğru hareket etti gitti.


Bizler ise bir cemâatle hiçbir ilgisi olmayan Tarihi İsmail Ağa Kahvesi'nde Üç Muz olarak Mahâlle-i Kanlıca'nın bir zamanlar gerçekten meşhur ve Lezzoni olan Yoğurdunu yummileneceğiz ve Türk Kahvemsilerimizi gummilenirken hem Günün Batımını hem de Kanlıca İskelesine gelen giden deniz taşıtlarını seyredeceğiz.


O yıllarda işbu Kanlıca Yoğurtlarından Vaporlarda da satarlardı, dahası Boğaziçi Özel Gezi Seferinde Kanlıca İskelesinden gidişte ve dönüşte görevliler biner ve işbu yoğurtlar için turistlerden kallâvi bir Mangır veya Sipâli kazanırlardı.


Elbette ki gün Türk Kahvemsi gummilenilmeden bitirilmez, Kahvesiz geçen bir gün yaşanmamış bir gün olarak tarihin ve geçmişin tozlu sergenlerinde yerini almak zorunda kalır.


Hadise-i şerif sadece Kahve gummilenmekle sınırlı değil, ara sıra çevrede değişik bir şeyler de görmek gerekir, örnek olarak yolun karşısına geçerek biraz resim çekmek gibi.


İskelesine artıkım o cahanım Şirket-i Hayriye Vaporlarından hiçbiri gelmiyorsa veya o eski güzel insanlar o güzel atlarına binip gittilerse bile Boğaziçi ve semtlerinin eski günlerini yaşayan bilen vatandaşlarımızın sayesinde hââ bir yerlerde gizlenen geçmişin güzel günleri bizlere o eşsiz hayatlarını anlatabiliyorlar.
O yıllarda da bugün gibi kötü tarafları yok muydu?
Elbette vardı, belki günümüzdekinden daha da fazla bile olabilirdi.
Ama yine de hırsızın bile az biraz vicdanı vardı, şimdiki gibi elini vatandaşı ceplerinin derinliklerine sokmazlardı.


Burada temaşa ettiğiniz Birmilyon Türk Lirasının günümüzde hiçbir değeri yok, yirmi yıl önce Bir sayısının arkasındaki altı adet Sıfırın üstleri çizildi ve Kuruş kavramı geri geldi.
Aradan geçen zaman zarfında artıkım Kuruş para etmemesi bir şey değil Bir Yeni Türk Lirası ile bile hiçbir şey alınamıyor.
Oysa bu altı sıfırı atılmış para ilk tedâvüle çıktığında Bir Amerika Birleşik Devletleri Doları alınabiliyordu ve üzerie de Dört Yeni Türk Kuruşu artıyordu.


İşbu temaşa ettiğiniz Bir Yeni Türk Lirası bir mezat sayfasında İkiyüzdoksandokuzmilyon Türk Lirasıcık'a satılıyor.
Ya bir de Üçyüzmilyon Türk Lirası olsaydı nasıl alacaktı biz?


Ahanda bunu da buyurun paramızın arkası ve seri numarası da eşgâl numaraymış.


Herkes yukarıdaki manzumeyi güldürü aracı sandı ama hayat şartları o yıllarda da böyleydi, imdı daha da kötü oldu, bir yerden bir yere gezmenin mâliyeti de çok yükseldi.
Hele bir yerde bir şey yummilenmek veya gummilenmek iyicenem ücretlerini uçurdu.


Bizler ise Üç Muz olarak akşam olduğu cihetle Kanlıca'ya gelen bir deniz taşıtıyla ayrılmağa karar veriyoruz, çünkü yol üzerinde zerzavatçılarla buluşmamız mevcut olduğu ortaya çıkmak var.


Dönüş yolunda Kândilli'deki meşhur Saip Molla Yalısının önünden o kadar yakın mesafe geçiyoruz ki eski zamanlarda bayrak sallayan görevlimizi anmamak olmazdı.


Burası var ya İstanbul Boğazının en kör noktasıdır, üstelik de ters akıntının çok şiddetli olduğu bir yerdir, tıpkı Arnavutköy'deki Akıntıburnu gibi serttir.
Kandilli'den kalkan vaporla Vaniköy'den gelen vapor burada biririni göremezdi, sırf bu yüzden Şirket-i Hayriye zamanında elinde bayrak sallayan bir yetkili olurdu burada.
Tıpkı günümüzün trafik polisleri gibiydi.


Biz bu akşam Homemize dönerken Çengelköy'den birazcık Hıyar adlı zepsemizi biraz Sipâli ödeyip alacağız.
Tabi yukarıda bahsettiğim tıkırında olan ekomonimizi göz önünde bulundurarak.


Her ne olursa olsun Çengelköy'ün Hıyarı yine de lezzetli ve nefistir diye düşünüyoruz, ne de olsa Şehr-İstanbul'un tescilli ürünlerinden olmak vardır kendileri.


İşbu resm-i şerifimizde de Boğaziçi Köprüsü ve Lezzoni bir Gün Batımını temaşa etmektesiniz, Çengelköy'deki en güzel manzara-i nefise ahanda bu olmak vardır.


Ve işte gün akşam oldu Güneş battı, Kanlıca'ya giderken Ortaköy iskelesinde sefer saatini bekleyen Güzelhisar vaporumuz Biz Üç Muz'u Köprü'ye götürecek.


Çengelköy iskelesinden içei girerken yine her dürüst Türk vatandaşının yapmak zorunda olduğu biletlerimizi alıp biniş ücretimizi ödeyerek Şirket-i Hayriye'nin 68 baca numaralı Güzelhisar vaporumuza binerek yerlerimize oturabilmeğe çalışıyoruz.


Arslinda keşke Üsküdar'da inebilecek kadar zamanımız olsaydı diye düşündük gelirken ama zaman ve saat çok geç kalmıştı.
Üsküdar seferini bir başka gün yapabilmeği dileyerek Şehr-İstanbul'a geri dönüyoruz.


Güzelhisar vaporumuz Galata Köprüsüne öyle bir yanaştı ki arkadan çıkardığı burgaçların köprüyü yıkabilceğini sandı ben bir anda.
Her ne kadar vaporlarımızın pervahaneleri oldukça güçlü olsa bile Galata Köprüsü üzerine vapor yanaşabilecek şekilde inşa edildi.


Bizler ise Homemize dönmek için yine İstanbul Garına yürüdük, her zamanki giibi biletlerimizi alacağız ve her dürüst Türk vatandaşı gibi ücretimizi ödeyip Devletimin Elektrikli Banliyö Trenimizin tekerleklerinin bedavaya dönmemesine katkıda bulunacağız ki trenimiz her zaman işletilebilsin.


Yine trenden her gün olduğu gibi indik, imdı Homemize gideceğiz ki az biraz uyuyabilelim ve Çengelköy'den getirdiğimiz Hıyarları temizleyebilelim.


Son olarak günü bitirirken gummilendiğimiz Filitre ve Damla Sakızlı Türk Kahvemsileri de paylaşmam lâzım sizlerle.


Bakalım yarın neler göreceğiz duyacağız söyleyeceğiz?